Geçtiğimiz aylarda yaşanan büyük trajedi tüm dünya tarafından seyredildi. Yüzlerce masum kadın, çocuk katledildi. Büyük bir insanlık dramı yaşandı. Herkes bu korkunç soykırımın nedenlerini sorup durdu, tartıştı, günlerce konuştu. Bir yandan da masum çocukların üzerine acımasızca yağan bombaları seyretti. Tüm dünya Filistin halkının mermilerle, füzelerle, tanklarla öldürülmesini protesto etti. Fakat bütün bu protestolar, sokaklara dökülmeler, bağırışlar, haykırışlar şimdi dindi, etrafta derin bir sessizlik hakim. Peki bir hiç uğruna ölen yüzlerce masum çocuk, kadın, genç, yaşlı unutuldu mu?
İsrail şimdi beklemede. Bir ileri iki geri politikasını sürdürüyor. Bir gece Filistin halkı tekrar üzerine nedensiz yağan bombalarla uyanacak ve yine tüm dünya ve Birleşmiş Milletler seyredecek. İnsanlar rahat koltuklarında televizyonlarından film seyreder gibi bu inanılmaz dramı seyrederlerken her dakika Filistinli bir anne çocuklarını toprağa veriyor. Peki bu zulüm nasıl önlenebilir? Bu soykırıma nasıl dur denebilir?
İsrail'in çok ciddi bir politika değişikliği yaparak temel ideolojik saplantılarından vazgeçmesi ve işgal ettiği topraklardan biran önce çekilmelidir. Her iki tarafın da din ahlakının gereği olan uzlaşmacı, barışsever, itidalli bir yaklaşım içinde olmaları Ortadoğu barışının kurulabilmesi için elzemdir. Her iki tarafın da öfkesinin ve nefretinin dinmesi, akan kanların durması ve Ortadoğu'ya barış gelmesi artık şart olmuştur. İsraillilerin masum insanları vurmasına da, bazı radikal Filistinlilerin teröre başvurarak masum İsraillileri bombalaması da kabul edilemez.
Bu çatışmaların sona ermesinin ve Ortadoğu'ya gerçek bir barış gelmesinin en önemli şartı, her iki tarafın da kendi inançlarını samimi ve doğru bir şekilde anlaması ve uygulamasıdır. Çünkü İsrail-Filistin çatışması, Yahudiler ve Müslümanlar arasındaki bir "din savaşı" kimliğine büründürülmeye çalışılmaktadır. Oysa böyle bir din savaşının yaşanması için hiçbir neden yoktur. Yahudiler ve Müslümanlar, aynı şekilde Allah'a inanan, aynı peygamberleri seven ve sayan, aynı ahlaki prensiplere sahip olan insanlardır. Birbirlerine düşman değildirler; aksine ateizmin ve din düşmanlığının yaygın olduğu bir dünyada birbirlerinin müttefikidirler.
Bu çatışmaların sona ermesinin ve Ortadoğu'ya gerçek bir barış gelmesinin en önemli şartı, her iki tarafın da kendi inançlarını samimi ve doğru bir şekilde anlaması ve uygulamasıdır. Çünkü İsrail-Filistin çatışması, Yahudiler ve Müslümanlar arasındaki bir "din savaşı" kimliğine büründürülmeye çalışılmaktadır. Oysa böyle bir din savaşının yaşanması için hiçbir neden yoktur. Yahudiler ve Müslümanlar, aynı şekilde Allah'a inanan, aynı peygamberleri seven ve sayan, aynı ahlaki prensiplere sahip olan insanlardır. Birbirlerine düşman değildirler; aksine ateizmin ve din düşmanlığının yaygın olduğu bir dünyada birbirlerinin müttefikidirler.
Filistinliler Müslüman olarak Allah'ın Kuran'da emrettiği ahlak üzerine davranmalıdır. Günlük hayatında, ticaret sırasında, bir iş üzerindeyken ya da insanlarla ilişkilerinde nasıl adaletli, hakkaniyetli davranıyorlarsa, savaşta, savunma sırasında ya da topraklarından sürüldükleri zaman da aynı ahlakı göstermelidirler. Yine tevekküllü olmalı, adaleti ayakta tutmalı, Allah'ın emir ve tavsiyelerine titizlikle uymalıdırlar. Bilindiği gibi İslam kelimesi, Arapçada 'barış' kelimesiyle aynı anlama gelmektedir. Kuran ayetlerinde insanlar, yeryüzünde hoşgörünün ve barışın yaşanabileceği model olarak İslam ahlakına çağırılmaktadır. Allah, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan adaletle hükmetmeyi, insanların hakkını korumayı, zulme asla rıza göstermemeyi, zalime karşı mazlumdan yana tavır almayı, ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmayı emretmektedir. Bu adalet, bir karar vermek gerektiğinde her iki tarafın da hakkını korumayı, olayları çok yönlü değerlendirmeyi, ön yargısız düşünmeyi, tarafsızlığı, hakkaniyeti, dürüstlüğü, hoşgörüyü, merhameti ve şefkati gerektirmektedir.
"Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever." (Mümtehine Suresi, 8) ayeti Filistin halkının Siyonist İsrail Devleti'ne karşı mücadele ederken, sivillere karşı nasıl bir tutum içinde olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Allah Kuran ayetlerinde hiçbir suçu olmayan, savunmasız kadınların, yaşlıların ve çocukların öldürülmelerini yasaklamıştır. Peygamberimiz (sav) savaşa çıkan kumandanlarına bu konuda detaylı emirler vermiş, sivillere hiçbir zarar vermemeleri için onları uyarmıştır.
Filistin topraklarında eşit şartlarda savaşmayan iki topluluk var. İsrail ordusu dünyanın en gelişmiş, teknolojik altyapısı çok güçlü ve en etkin ordularından biridir. Hava gücü İsrail ordusuna, Filistin topraklarını hiç kayıp vermeden bombalama ayrıcalığı sağlamakta ve Filistinlere karşı İsrail'e büyük bir üstünlük kazandırmaktadır. Filistin ise nizami bir orduya sahip değildir. Bu nedenle de Filistinlilerin haklı mücadelesinin başarıya ulaşması, ancak silahlı mücadelenin fikri zemine çekilmesi ve çok güçlü bir eğitim projesiyle desteklenmesiyle mümkün olabilir. Bunun için de Filistin halkının, eğitimli, kültürlü, hukuk, diplomasi ve uluslararası politikaya vakıf ve tüm bunların yanında Kuran ahlakına göre hareket eden güçlü bir kadroya ihtiyacı bulunmaktadır.
Elbette Filistin halkı içinde kültürel seviyesi yüksek, açık görüşlü çok sayıda aydın bulunmaktadır. Önemli olan bu aydınların, gençlerin bilinçlendirilmesi, doğru yönlendirilmesi ve Filistin davasının uluslararası kamuoyunda savunulması konularında yapacakları çalışmalardır. Bu çalışmalar, Filistin halkının gerçek İslam ahlakına göre bilinçlendirilmesinde, kültür ve eğitim seviyesinin daha da artırılmasında ve Filistin'in haklı mücadelesinin tüm dünyaya en güzel şekilde anlatılmasında çok önemli bir rol oynayabilir. Günümüzde Filistin halkı hakkında tüm dünyaya çok daha farklı ve gerçekle hiçbir şekilde uyuşmayan bir tablo sunulmaktadır. Barışa şiddetle karşı olan, kimi artniyetli ya da fanatik grupların gerçekleştirdikleri Kuran ahlakına uymayan, akıl dışı eylemler nedeniyle Filistin mücadelesi çok büyük zarar görmektedir.
Sorunların nedenlerinden biri de İsrail'in Harem-i Şerif üzerindeki hedefleridir. Yahudilerin Kudüs'den çıkarılışları Yahudi tarihinin dönüm noktalarından birisidir. MS 70 yılında Yahudiler Roma orduları karşısında büyük bir yenilgiye uğramış ve o savaş sırasında Süleyman Tapınağı yıkılmıştır. Bu yenilgiden bugün geriye bir tek Ağlama Duvarı olarak bilinen, Tapınak'ın batı tarafındaki duvar kaldı. Yahudiler de bu tarihten itibaren dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Bu sürgün dönemi Yahudiler tarafından "diaspora" yani İsrail toprakları dışında yaşanan dönem oldu.
Bu ortamda, yahudiler arasında eskiden beri kutsal metinlerde yer alan bir konu gittikçe önem kazanmaya başladı. Bu, Yahudilerin Filistin'e geri dönecekleri inancıydı. Ancak bu hedefe varılabilmesi için Kutsal Topraklar'daki Yahudi nüfusunun arttırılması gerekliydi ki, Siyonist hareketin önderleri tarafından bu yüzyılın başından beri uygulanmaktadır. Gerekli olan şartlardan bir diğeri de Kudüs'ün ele geçirilmesiydi, 1967'deki Altı Gün Savaşı'nda yerine getirildi. 1980'de Kudüs "İsrail'in ebedi başkenti" ilan edildi. Üçüncü ve geriye kalan tek şart ise, Süleyman Mabedi'nin yeniden inşa edilmesidir. Yahudilerin inancına göre 19 yüzyıldır yıkık olan ve sadece tek duvarı ayakta kalan Süleyman Mabedi'nin mutlaka yeniden inşa edilmesi gereklidir.
Ancak Süleyman Mabedi'nin bulunduğu alan üzerinde bugün iki İslam mabedi durmaktadır: Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra. Bazı Yahudilerin görüşüne göre, Mabed'in yapılabilmesi için bu iki Müslüman mabedinin de yıkılması gerekmektedir. Bunun önündeki en büyük engel ise Filistinliler başta olmak üzere, tüm dünya Müslümanlarıdır. Onlar, varoldukları sürece, İsraillilerin bu iki mescidi yıkmalarına izin vermemektedirler. İşte son dönemlerde yaşanan ve Kudüs sokaklarını kana bulayan çatışmaların anlamı da burada gizlidir.
Ancak Kudüs Yahudiler için olduğu kadar Müslüman ve Hıristiyanlar için de çok büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü Mescid-i Aksa ve diğer önemli mekanlar Kudüs'te bulunmaktadır. Mekke ve Medine'den sonra Kudüs Müslümanlar için en kutsal mekandır. Kudüs'ü Hz. Ömer fethetmiştir ve tam 1200 sene İslam egemenliğinde, bunun 400 senesi de Osmanlı İmparatorluğunun hakimiyeti altında kalmıştır. Burada Hz. Muhammed'in Mirac'a yükseldiği yer ve Kabe'den önceki kıblemiz olan Mescid-I Aksa; Yahudilerin kıblesi ve iki kez yıkıldığına inandıkları Kutsal Mabedlerinin bulunduğu mekan, Ağlama Duvarı; ve Hıristiyanlarca kutsal olan sokaklar bulunmaktadır.
Bu nedenle de Kudüs üç dinin mensupları için de çok büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla İsraillilerin isteğinin gerçekleşmesi, yani üç din için de kutsal olan bu şehrin tamamen Yahudileştirilmesi mümkün değildir. İsrail hükümeti bu önemli gerçeği göz ardı etmektedir. Kudüs, Filistinliler için olduğu kadar tüm dünya Müslümanları için de, Hıristiyanlar için de kutsal bir mekandır. Müslümanların Kudüs'e çok güçlü bir manevi bağlılığı vardır. Bu nedenle de bu bölge ile yapılan her türlü plan ve düzen tüm Müslümanları doğrudan ilgilendirir. İşte bu nedenlerden ötürü tüm görüşmeler Kudüs konusu üzerinde kilitlenmektedir ve tüm görüşmeler Kudüs çevresinde dolaşmaktadır.
İsrail Devletinin kurulduğu 1948 yılından günümüze kadar Kudüs konusunda birçok farklı çözüm ortaya sunuldu. Kudüs'ün hiç kimseye ait olmayan bölge ilan edilmesi, İsrail-Ürdün ortak egemenliği altında olması, tüm dinlerin temsilcilerinden oluşan bir meclis tarafından yönetilmesi gibi pekçok teklif sürekli dile getirildi. Ancak İsrail bu şiddet politikalarından vazgeçmediği, işgal ettiği bölgelerden çekilmediği ve uzlaşmaya yanaşmadığı sürece ne Kudüs anlaşmazlığının ne de diğer sorunların çözülmesi mümkün değildir.
Filistin'de yaşanan tüm bu insanlık dışı manzaralara karşı dönemin Başbakanı Ehud Barak'ın verdiği cevap ise İsrail Devleti'nin anlayışını yansıtması bakımından oldukça dikkat çekicidir:
Bana Gazze'de, Batı Şeria'da ve diğer mıntıkalardaki çatışmaların nasıl dineceğini sormayın. Filistinli kalabalıklara karşı her türlü aracı kullanmak meşrudur. Kaç Filistinlinin öldüğü beni alakadar etmez. Benim için önemli olan halkımın emniyetidir. (-Fikret Ertan, İsrail'in Emniyeti, Zaman, 14 Ekim 2000 ) İsrail ordusunun generallerinden Eytan'ın verdiği cevap ise çok daha çarpıcıdır:
Yaptığımız hiçbir şeye pişman değiliz. Biz halkımızın ve askerlerimizin emniyeti için her şeyi kullanmaya hazırız. Filistinli göstericilere karşı askerlere silah kullanma emri verilmiştir. Özellikle göğüs ve başlara vurularak halkın kalbine korku verilmelidir. (Fikret Ertan, İsrail'in Emniyeti, Zaman, 14 Ekim 2000)
Bir başka önemli açıklama da Ariel Şaron başkanlığında kurulan Ulusal Birlik Koalisyonu'nun ortaklarından aşırı dinci Şas Partisi'nin 'akıl hocalarından' olduğu belirtilen haham Ovadia Yosef'ten gelmiştir. Yosef "Araplara acımamak ve üstlerine füze yağdırmak, bu kötü adamları, bu uğursuzları yok etmek gerekir" demektedir.(Milli Gazete, 14 Nisan 2001)
İsrail Devleti Filistin halkına karşı bilinçli ve sistemli bir yok etme politikası uygulamaktadır. Yetkili ağızlar tarafından çoğu zaman dile getirilen 'güvenlik gerekçesi ile' sözü ise büyük bir yalandan ibarettir. Bu rakamlar İsrail askerlerinin güvenlik gerekçesi ile etkisiz hale getirme amaçlı değil, öldürme ve sakat bırakma amaçlı silahlarını kullandıklarını göstermektedir. Hayatını kaybedenlerin ve sakat kalanların büyük çoğunluğu başından veya göğsünden ve arkadan vurulmuştur. Sadece etkisiz hale getirmeyi amaçlayan bir askerin karşı tarafı başından ve göğsünden, üstelik de arkasını dönüp kaçarken vurmayacağı açıktır.
Filistin'de her iki halkın da razı olacağı barış ve huzurun bir an önce kurulması gerekiyor. Bunun için İsrail'in 1967'de işgal ettiği topraklardan çekilmesi, Doğu Kudüs'ün Filistin egemenliği altında tüm toplumlara açık bir şehir haline gelmesi, Filistin Yönetiminin bağımsız bir devlet olarak tanınması ve topraklarından sürülmüş olan Filistinlilere geri dönüş hakkının sağlanması gereklidir. Kalıcı barış için hem İsrail'in hem de Filistinli radikallerin zihniyetlerini değiştirmeleri şarttır. Hepsinin yanında Ortadoğu’da kalıcı barışın kurulabilmesi için tüm Müslümanların birleşmesi aslında tek çözümdür. İslam Birliği kurulursa İsrail Filistin’e bir daha saldırma cesaretini asla kendinde bulamayacaktır. Ateist Siyonistlerin bu zülmüne samimi dindar Yahudilerle karşı çıkıyorlar. İslam Birliği Filistin’in haklarını gözettiği gibi İsrail’in de haklarını gözetecektir. İşte o zaman Filistin her milletten ve dinden insanın bir arada, huzur ve güvenlik içinde yaşayabileceği bir toprak olacaktır.
Ben müslümanım diyen her insan kendi çapında birçok uygulama yapabilir.Örneğin:Benim hiç param pulum yok zor geçiniyorum ne yapabilirim diyenler bile alışveriş yaparken bu dinsiz imansızların mallarını almamalılar.örneğin:koka-kola pepsi cola ariel temizlik ürünleri ve daha birçok vb.
YanıtlaSil