24 Mart 2010 Çarşamba
Evrimciler yeryüzünde tek bir ara fosil bulamamışlardır
Son günlerde Lemur’un insanın atası olduğuna dair ortaya atılan iddialar fosillerin evrimi değil yaratılışı gösterdiği hakkında tekrar açıklama yapmayı gerektiriyor. Gerçi insanla uzaktan yakından hiçbir alakası olmayan Lemur’un insan ile hiçbir alakasının olmadığı çok açıktır. Ama yine de konuyu bilimsel olarak açıklamak ara fosil nedir, yeryüzünde bulunmuş tek bir ara fosil var mıdır, bu konularda bilgi vermek gerekiyor.
Chicago Doğa Tarihi Müzesi, Jeoloji Bölümü Başkanı evrimci Dr. David Raup: "Bazı insanlar fosillerin, Darwin'in hayatın tarihi hakkındaki görüşlerine kanıt olduğunu zanneder. Oysa ki bu kesinlikle yanlış bir düşüncedir." diyerek fosillerin aslında evrim teorisi için büyük bir çıkmaz olduğunu söylüyor.
Herhangi bir doğa tarihi müzesini gezen ziyaretçiler yoğun bir evrim propogandası ile karşılaşırlar. Karşılarında, hayali çizimler ve hayali atalara ait el yapımı kemiklerden fazla bir şey yoktur. Evrim için hiçbir delil oluşturmayan canlıların tek bir fosilleşmiş parçası, balıktan amfibiye hayali geçişin en önemli "ara form delili" olarak sunulur. Aslında açıkça yaratılış gerçeğini destekleyen ama evrimciler tarafından tersine çevrilerek "evrime en büyük delil" olarak sunulan bir kaburga kemiği büyük bir gururla sergilenir. Bunları inceleyen ziyaretçilerin büyük bir kısmı, sözde fosilleri tanımlayan detaylı açıklamalara ve verilen Latince isimlere bakarak, evrimsel bir gerçekle karşı karşıya olduklarına ikna olurlar. Halbuki gördükleri ara fosil değil soyu tükenmiş bir canlının kemiklerinden, kafatasından başka bir şey değildir.
Halbuki yeryüzünde bulunan milyonlarca fosilden hiçbiri evrimi desteklemediği gibi hepsi bugün günümüzde yaşayan örnekleriyle tamamen aynıdır. (Galerimde konuyla ilgili fosil resimlerine bakabilirsiniz.)
Yazılarımda sürekli bahsettiğim gibi yeryüzünde evrimi belgeleyen tek bir ara geçiş fosili bulunamamıştır. Milyonlarca yıl boyunca yaşamış olması gereken bu hayali, garip, yarı gelişmiş canlıların varlıklarından eser yoktur. Fosiller evrim sürecinin hiç yaşanmadığını kanıtlar.Yeryüzünün neredeyse tamamından sayısız fosil çıkarılmıştır. Ama Darwin'in döneminde bulunamayan ara fosiller, hala yoktur ve bulunması da imkansızdır. Çünkü evrim gerçekleşmemiştir. 21. Yüzyılda bilimde inanılmaz gelişmeler yaşanmış, bilim Yaratılış gerçeğinin delillerini ortaya koymuştur. Hiçkimse fosil kayıtlarının yetersiz olduğunu iddia edebilecek durumda değildir. Bilimsel veriler ve fosil kayıtları, kesin gerçekleri göstermiştir. Ara fosillerin yokluğu, artık evrimcilerin gizleyemeyecekleri kadar açıktır.
Evrimcilerin ara fosil konusunda bu büyük hayal kırıklığını, California Üniversitesi'nden D. S. Woodroff, Science dergisinde şu şekilde ifade etmiştir:
Ama fosilleşmiş türler, tarihlerinin büyük bir bölümünde değişmeden kalmışlardır ve fosil kayıtları tek bir ara geçiş örneği vermemektedir.
Darwinistler, ara fosil araştırması yaptıkları katmanlar üzerinde, sürekli olarak milyonlarca yıldır değişikliğe uğramamış, hiçbir şekilde evrim geçirmemiş olan canlıların fosillerini bulmaktadırlar. Yaratılış gerçeğinin delilleri her geçen gün milyonları aşmakta ama evrimcilerin büyük bir hevesle bekledikleri ara fosiller bir türlü görünmemektedir. İşte bu nedenle milyonlarca yıl öncesine ait son derece gelişmiş ve kompleks canlılar, çeşitli yöntemlerle ara fosilmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Fosiller üzerinde yorumlar yaparak, bir kuşun son derece gelişmiş ve kompleks yapıdaki kanatlarını gelişmekte olan kanatlar, bir balığın yüzgeçlerini ise karaya çıkmaya hazırlanan bacaklar olarak tanıtmaya kalkıyorlar. Sudan karaya geçiş için Coelacanth'ın, karadan havaya geçiş için ise Archaeopteryx'in bu yöntemlerle birer evrim delili olarak lanse etmeye çalışıldığını sizlerde biliyorsunuz. Oysa bu canlıların fosilleşmiş izleri bile, canlıların son derece kompleks özelliklere sahip olduğunu göstermekte ve hiçbir ara form özelliği sunmamaktadır. Nitekim, evrimcilerin iddialarına maruz kalan bu canlılardan Coelacanth, 1938 yılında, yani fosilleşmiş örneğinden yaklaşık 400 milyon yıl sonra, canlı örneğinin derin sularda keşfedilmesiyle, evrimcileri tam anlamıyla hayal kırıklığına uğratmıştır. Bilimsel araştırmalar, tüm özellikleri ile tam bir kuş olduğu ortaya çıkan Archaeopteryx için de evrimcilere benzer bir hüsranı yaşatmaktadır. Yıllarca karadan havaya hayali geçişin en önemli delili olarak sunulan Archaeopteryx, sahip olduğu kusursuz uçuş kasları, uçuşa uygun tüyleri ve mükemmel kanat yapısı ile ilgili detayların keşfedilmesiyle evrimciler bu konuda sessizliğe bürünmüştür.
Evrimcilerin ara geçiş açmazını gözler önüne seren diğer örnekler ise, insanın sözde evrimine delil gösterilen Piltdown ve Nebraska adamlarıdır. Ara formların yokluğu karşısında yaşadıkları büyük çaresizlik, evrimcileri, yeni ölmüş bir insan kafatasına orangutan çenesi monte etmeye, bunu Piltdown adamı olarak adlandırmaya ve bu hayali fosili 40 yıl boyunca sergilemeye kadar götürmüştür. British Museum'da sergilenen bu sahte fosil, söz konusu aldatmacanın anlaşılması ile alelacele müzeden çıkarılmıştır. Nebraska adamı ise, tek bir domuz dişinden yola çıkılarak çizilmiş sayısız hayali resim ve rekonstrüksiyondan ibarettir. Tek bir dişi ele alan evrimciler bunun insanlarla maymunların ortak özelliklerini taşıyan bir ara geçiş fosili olduğunu iddia etmiş, ancak daha sonra bu dişin bir yaban domuzuna ait olduğu anlaşılmıştır. İşte, bir evrim müzesinde ziyaretçilerin sözde "evrim delili" olarak karşılaştıkları fosiller, böylesine hayali bir mantığın ürünüdürler. Bütün bu olaylar yaşanan gerçeklerdir, dileyen araştırma yapıp görebilir. Bu yüzden burada amacım evrimcileri suçlamak değil, bilimin bulduğu gerçekleri gözler önüne sermektir. Tarihte evrimcilerin bu yollara başvurdukları herkes tarafından bilinmektedir. Evrimcilerin uyguladıkları bu yöntemleri yine başka bilim adamları bulup keşfetmiş ve sergilenen fosilin hayali olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Bu yüzden burada anlatılmasının hiçbir sakıncası yoktur.
Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden evrimci paleontolog George Gaylord Simpson, evrimcilerin ara geçiş problemini, şu şekilde itiraf eder:
Bu, memelilerin 32 takımı için de doğrudur. Her takımın bilinen en eski ve en ilkel üyesi, zaten tüm temel özelliklere sahiptir ve hiçbir şekilde bir takımdan bir başka takıma sürekli bir geçiş sırası göstermezler. Çoğu durumda, aradaki fark öylesine keskin ve aradaki boşluk öylesine büyüktür ki, takımların kökeni oldukça spekülatif ve fazlasıyla kuşkuludur.
Ara formların hiçbir şekilde olmaması, sadece memelilerle sınırlı değildir. Bu, şimdiye kadar paleontologların belgelendirdiği kadarıyla, neredeyse evrensel bir olgudur. Bu durum, hem omurgalılar hem de omurgasızlar olmak üzere, hayvanların neredeyse tüm sınıfları için geçerlidir ve hem sınıflar için, hem en büyük hayvan filumları, hem de bitkilerin benzer kategorileri için de aynı şekilde doğrudur.
Tüm bu delilsizliğe rağmen evrimciler sürekli evrim teorisinin gerçek olduğunu iddia ederler ama bu iddiada, milyonlarca "oluşması imkansız" varlık vardır. Ama bunların nasıl olduğu açıklanamayan hayali bir evrim sürecinde oluştukları iddia edilmektedir. Bilim tek bir proteinin bilinçsiz bir ortam içinde kendi kendine meydana gelmesinin imkansızlığını ispatlanmıştır. Ama evrime göre bir mucize olmuş ve protein tesadüflerin eseri olarak oluşmuştur! Hücrenin tüm organelleri ile birlikte tesadüfen oluşması imkansızdır. Ama evrime göre bir mucize olmuş ve oluşmuştur! Hücre çekirdeği, genler, DNA, enzimler ve daha sayısız kompleks yapı, günümüzde bilinçli laboratuvar koşullarında bile oluşturulamamaktadır. Ama evrime göre bir mucize olmuş ve bunların hepsi kör tesadüflerin sonucunda oluşmuştur! Şimdi de, evrimciler fosil kayıtlarında bu oluşumların, bunların değişimlerinin izlerini aramaktadırlar. Ancak yine evrimcilere göre bir mucize olmuş ve fosil kayıtlarındaki bu izler silinmiştir!
Evrimde mantık işte budur: Evrim, milyonlarca imknsızlığın listesinden oluşmaktadır ve evrime göre bunlar, kör ve şuursuz tesadüflerin eseri olarak vardırlar. Yaratılışı inkar eden, fevkalade olayları, doğaüstü gelişimleri reddeden Darwinizm, nedense milyonlarca oluşamazın "mucize eseri" var olduğunu iddia etmekten çekinmemektedir. İşte bilimsel gösterilmeye çalışılan evrim teorisi aslında sayısız mucizeden, tesadüfleri ilah edinen bir inançtan oluşmaktadır.
Yeryüzünde Evrimcilerin Var Olduğunu İddia Ettikleri Anormal Yapılara Sahip Ara Geçiş Fosillerinden Tek Bir Tane Yoktur
Evrim teorisi, canlıların mutasyonların etkisiyle sözde gelişim göstererek başka başka canlılara dönüştüğünü iddia eder. Oysa bunun büyük bir yanılgı olduğunu modern bilim tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Günümüzde canlıların küçük değişikliklerle farklılaştıklarını gösteren tek bir ara geçiş örneği dahi yoktur.
Evrim teorisinin iddiasına göre, yeryüzünde yaşayan ve geçmişte yaşamış tüm canlı türleri birbirlerinden türeyerek ortaya çıkmışlardır. Türlerin birbirlerine dönüşümü ise, evrim teorisine göre, yavaş yavaş ve kademe kademe olmuştur. Dolayısıyla, bu iddiaya göre iki canlı türü arasındaki geçiş dönemini yansıtan ve her iki türden bazı özellikler taşıyan birtakım canlıların yaşamış olması zorunludur. Örneğin, evrimci iddiaya göre balıklar karaya çıkıp sürüngenlere dönüşene kadar mutlaka yarı solungaçlı yarı akciğerli, yarı yüzgeçli yarı ayaklı türden bazı canlıların milyonlarca yıl boyunca yaşamış olmaları gerekir. Evrimciler, geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali canlılara "ara geçiş formu" adını verirler.
Eğer evrim teorisi doğru olsaydı, bu tür canlıların geçmişte yaşamış olmaları ve bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekirdi. Ve bu ucube canlıların kalıntılarına fosil kayıtlarında rastlanması gerekirdi. Ancak, bugüne kadar fosil kayıtlarında tek bir ara geçiş formu fosiline dahi rastlanmamıştır. Nitekim evrim teorisinin kurucusu Charles Darwin, Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle yazmıştır:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu, benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır. (Charles Darwin, The Origin of Species, ss.172-280)
Evrimci paleontologlar, Darwin'in bu sözlerine dayanarak 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında fosil araştırmaları yaptılar ve bu ara geçiş formlarını aradılar. Tüm çabalara rağmen söz konusu formlara hiçbir zaman rastlanamadı. Yapılan kazılarda ve araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrim teorisinin öngörülerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını gösterdi. Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, evrim teorisini benimsemesine karşın bu gerçeği şöyle kabul eder:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz. (Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological Association, vol 87, 1976, s.133)
Bir başka evrimci paleontolog Mark Czarnecki ise şu yorumu yapar:
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türlerin yaratıldığını savunan argümana destek sağlamıştır. (Mark Czarnecki, "The Revival of the Creationist Crusade", MacLean's, 19 January 1981, s.56)
Ünlü biyolog Francis Hitching de, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong (Darwin'in Yanıldığı Yer: Zürafanın Boynu) adlı kitabında şöyle demektedir:
Eğer fosiller buluyorsak ve eğer Darwin'in teorisi doğruysa, o halde kayaların, belirli bir grup yaratığın, daha kompleks bir başka grup yaratığa doğru küçük kademelerle evrimleştiğini gösteren kalıntılar ortaya çıkarması gerekir. Bu nesilden nesile ilerleyen "küçük gelişmelerin" son derece iyi korunmuş olması gerekir. Ama durum hiç de böyle değildir. Aslında, bunun tam tersi doğrudur. Darwin'in "sayısız ara form olmalı, ama bunları neden yeryüzünün sayısız katmanında bulamıyoruz" derken yakınmış olduğu gibi. Darwin, fosil kayıtlarındaki bu "olağanüstü eksikliğin" sadece daha fazla fosil kazısı yapmakla ilgili olduğunu düşünmüştür. Ama her ne kadar yeni fosil kazısı yapılırsa yapılsın, bulunan türlerin neredeyse hepsinin, istisnasız, bugün yaşamakta olan hayvanlara çok benzediği ortaya çıkmıştır. (Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, Tichnor and Fields, New Haven, 1982, s.40)
Darwin'in ve alıntılarına yer verilen diğer kişilerin yukarıda yer alan sözleriyle ifade ettikleri gibi bugüne kadar tek bir ara geçiş fosili bile bulunamamış olması, evrim teorisinin geçersizliğini açıkça gözler önüne sermektedir. Çünkü herşeyden önce eğer canlılar başka canlılara dönüştüyse, dönüşme evresinde çok sayıda ara canlı var olmalı, yeryüzünün dört bir yanı evrimleşme aşamasındaki canlıların fosilleriyle (ara fosillerle) dolu olmalıdır. Oysa bugüne kadar çıkarılmış olan 100 milyona yakın fosilin tamamı bugün de bildiğimiz tam ve eksiksiz canlılara aittir.
Fosil kayıtları, canlı türlerinin hem bir anda ve tamamen farklı yapılarda ortaya çıktıklarını, hem de çok uzun jeolojik dönemler boyunca değişmeden sabit kaldıklarını göstermektedir. Harvard Üniversitesi paleontologlarından ve evrimci Stephen Jay Gould, bu gerçeği şöyle kabul eder:
Fosilleşmiş türlerin çoğunun tarihi, kademeli evrimle çelişen iki farklı özellik ortaya koymaktadır:
1. Durağanlık: Çoğu tür, dünya üzerinde var olduğu süre boyunca hiçbir yönde değişim göstermez. Fosil kayıtlarında ilk ortaya çıktıkları andaki yapıları ne ise, kayıtlardan yok oldukları andaki yapıları da aynıdır. Morfolojik (şekilsel) değişim genellikle sınırlıdır ve belirli bir yönü yoktur.
2. Aniden ortaya çıkış: Herhangi bir lokal bölgede bir tür, atalarından kademeli farklılaşmalara uğrayarak aşama aşama ortaya çıkmaz; bir anda ve "tamamen şekillenmiş" olarak belirir. (S.J. Gould, "Evolution's Erratic Pace", Natural History, vol. 86, May 1977)
Oysa evrim gerçekleşmiş olsaydı, yeryüzü milyarlarca ara canlıya ait fosil ile dolu olmalıydı. Üstelik sayısı milyonları bulan bu canlıların mutasyonların etkileri nedeniyle son derece anormal varlıklar olmaları gerekirdi.
Evrimcilerin iddiasına göre tüm canlılar ve bu canlılara ait tüm organlar tesadüfen meydana gelmiş mutasyonlar sonucu oluşmuştur. Bu durumda işlevlerinin gelişmesi aşamasında anormal yapıya sahip bir organ defalarca mutasyona maruz kalmış olmalı, her seferinde anormal bir halden başka bir anormal hale dönüşmeliydi. Bugünkü en mükemmel ve estetik görünümlü canlılar oluşmadan önce, bu canlıların anormal organları ve estetik dışı görünümleri olmalıydı. Örneğin iki kulak, iki göz, burun ve ağızdan oluşan son derece simetrik insan yüzü meydana gelmeden önce, simetrisi bozuk olacak şekilde çok sayıda kulağı ve gözü olan, burnu iki gözü arasında veya çenesinde yer alan, gözlerinin bir kısmı kafasının arkasında veya yanaklarının üzerinde bulunan, burnu kulağının yerinde bulunup boynuna kadar uzayan ve bu şekilde milyonlarca hatta milyarlarca farklı şekilde örneklendirebileceğimiz anormal yüzler oluşmalıydı.
Eğer Darwinistlerin iddiaları doğru olsaydı, tesadüflerin ve mutasyonların insan vücudunda pek çok orantısızlık, dengesizlik ve gariplik oluşturması gerekirdi. Kusursuz ve muntazam olan insan bedeninde, kafatasının kalça kemiği üzerinde gelişmesi, omuzlardan birden fazla kol kemiğinin çıkması, kaburga kemiklerinin veya kalça kemiğinin çok sayıda olması gibi anormallikler ortaya çıkardı. Kol veya bacak kemiklerinin şimdi olduğu gibi düzgün değil, yamuk olması gerekirdi. Ancak bu şekilde tek bir örnek bile bulunmamaktadır. Bugüne kadar yaşamış ve günümüzde yaşayan milyarlarca insanın hepsinin bedeni aynı simetriye, dengeye ve düzene sahiptir. Bu durum Darwinistlerin, "tesadüfler ve mutasyonlar neticesinde aşamalı olarak gelişim" iddiasını yerle bir etmektedir.
Eğer canlılar on binlerce küçük değişiklikten geçerek bugünkü yapı ve görünümlerine kavuştularsa, o zaman bu hayali gelişimi gösteren sayısız fosil örneği bulunması gerekirdi. İki beyinli, üç omurgalı, dört gözlü, iki çeneli, üç burunlu, yedi parmaklı, üç bacaklı normal dışı varlıkların fosillerinin görülmesi gerekirdi. Ancak bugüne kadar bulunan milyonlarca fosilin hepsi, insanların hep insan olarak var olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak burada bilim adamlarının ara fosil olmadığı gerçeğini kendi ağızlarıyla itiraf ettiklerini görüyorsunuz. Yıllardır toprağın altından çıkarılan fosiller tam ve gelişmiş hayvanların fosilleridir, hiçbiri yarı gelişmiş, tek kulaklı, yarı kanatlı ucubik canlılar değildir. Dünyada kazılmadık fosil yatağı kalmamasına rağmen evrimciler asla umutlarını kaybetmiyorlar. Bir gün tam gelişmiş ve soyu tükenmiş bir canlı olan Lemur’u diğer bir gün bir mikrobu, başka bir günde fareyi insanın atası gibi göstermeye çalışıyorlar. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar bilim ve yüz binlerce fosil yaratılışı ispat ediyor.
http://www.yaratilisatlasi.net
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder