22 Nisan 2010 Perşembe

Topraktan yaşama, birkaç adım sonra da mezara…



Hiç televizyonda podyuma çıkan mankenleri izlediniz mi? Yüzlerinde son derece donuk ve anlamsız bir ifade ile bir yerden aniden çıkıp çok kısa bir süre podyumda yürüyüp sonra aniden kayboluyorlar. Tıpkı topraktan çıkıp çok kısa bir süre yaşayıp tekrar toprağa dönme gibi… Ömürleri gerçekten kısacık, sanki bir göz çarpması gibi. Bir bakıyorsunuz çok güzel ve gençler, bir bakıyorsunuz yaşlanıp ölmüşler ve toprağın altına girmişler. Kendince çok havalı ve çok güzel olan hiç kimse bu döngüden asla kurtulamıyor, zamanı uzatmak istese onu da başaramıyor. Bir anda yaşlanıp çöküyor, acizleşiyor, unutuluyor ve sonunda da ardında hiçbir iz bırakmadan ölüp gidiyor. Bir sonraki nesil bir önceki neslin adını sanını bile hatırlamıyor, hepsi unutuyor, ardında hiçbir iz bırakmadan kaybolup gidiyor…

İşte dünya hayatı tıpkı podyumda atılan birkaç adım gibi, çok ama çok kısa. Görmek istiyorsunuz, yakalamaya çalışıyorsunuz, ama bir bakıyorsunuz avuçlarınızdan kayıp gitmiş. O podyumda yürüyen milyonlarca manken şu anda toprağın altında sessizce yatıyorlar. O güzel bedenlerinden, yüzlerinden, gözlerinden, harika saçlarından eser bile kalmamış. Mezarların altı tamamen sessiz, çıt bile çıkmıyor. O podyumlarda yaşanan debdebeden, kahkahalardan, sevinç çığlıklarından eser bile yok. Mezarın altında ne parfüm kokusu var, ne kola takılan Chanel çantalar var, ne marka saatler, gözlükler var, hiçbirşey ama hiçbirşey yok, sadece uzun ve düzgün kemikler var o kadar. Dünyada sahip oldukları hiçbir şey de yok, ne Miami’de kaldıkları oteller, ne sabahlara kadar eğlendikleri partiler, ne sahip oldukları spor arabalar, ne de yüzlerce çift marka ayakkabılar. Sadece ama sadece derin bir sessizlik ve tek başına mezarda yatan küçücük bir torbaya sarılı kemikler var o kadar…

Gördüğü her görüntünün sonunu düşünmeyen insan adeta bir hayal dünyasında yaşıyor demektir. Baktığı anda dış dünyayı pespembe görür. Güzel insanlar, müthiş bir zenginlik, harika vücutlar, marka kıyafetler… Kendince bunlara özenir, sahip olamadığı için yakınır ve hayatı boyunca bunlara sahip olmak için didinip durur. Kimi de kendi bedenini beğenmez, güzel vücutlu insanları kıskanır, hayatı boyunca eziklik duyar. Peki ya sonunda ne olur? Sonunda herkes aynı mezara ve aynı toprağın altına girer. Bütün güzellikler bir anda kaybolup gider. Bu yüzden gördüğünüz her görüntünün sonunu mutlaka düşünün. Gördüğünüz olağanüstü güzel bir yüz, harika bir ses, mükemmel bir beden bir gün mutlaka yok olup gidecektir. Allah her gün binlerce insanı toprağın altına geri gönderir ve geriye onlardan hiçbir şey kalmaz. Bu yüzden gerçek değerli olan insanın yalnızca takvasıdır, geriye yalnızca Allah için yaptıkları ve salih amelleri kalır. Onun dışında şu dünyada yaşayan milyarlarca insan çok kısa ömürlerini tüketip bir daha asla dönmemek üzere toprağa girecektir. Şu anda hayatta olmalarının nedeni kendileri için belirlenen ölüm gününü ve saatini beklemeleridir…

Allah dilediğine rızkı genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysaki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası değildir. (Ra'd Suresi, 26)

İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)

Kaynak: www.dunyahayati.com

Neden İzlanda?



Her geçen gün dünya birbirinden değişik olaylarla sarsılıyor. Bir gün Çin’de çok büyük bir deprem oluyor, diğer bir gün Polonya devlet başkanını taşıyan uçak düşüyor, hemen ardından İzlanda’da volkan patlıyor, Avrupa hava trafiği bir anda duruyor, büyük bir felaket yaşanıyor ve binlerce insan mağdur oluyor. Bazı insanlar bütün bu olayların tesadüfler neticesinde gerçekleştiğini düşünüyorlar. Hâlbuki ahir zamandayız. Daha önceki yazılarımda da ahir zamanda arka arkaya çok değişik ve hayret verici olaylar yaşanacağını yazmıştım. Tüm dünya gördüğünüz gibi nefes almadan her yeni güne yepyeni bir olayla uyanıyor. Bir felaket diğerini izliyor, bir deprem diğerini takip ediyor…

Ahir zamanda depremlerin artacağı hadiste şöyle bildiriliyor:

Barınacak evler, sizi taşıyacak hayvanlar bulamayacağınız günler yaklaşmıştır. Çünkü evlerinizi depremler yıkacak. (Kıyamet Alametleri, s. 146)

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Depremler çoğalacak. (Ramuz-El Ehadis, 476/11)


Söylediğim gibi bazı insanlar bütün yaşanan bu son derece olağanüstü olayları tesadüflere bağlıyorlar, hepsine kendilerince bir sebep buluyorlar. Oysa bütün olaylar daha kâinat yaratılmadan Allah tarafından saniyesi saniyesine belirlenmiştir. O gün, o saat, o dakika ve o saniye geldiğinde önceden belirlenmiş olan olaylar tam zamanında gerçekleşir, ne bir dakika önce ne bir dakika sonra. Allah’tan habersiz tek bir yaprak bile düşmeyeceğine göre dünya çapında yaşanan bütün olaylarda çok büyük bir hikmet gizlenmiş demektir. Bütün bu olaylar insanların derin düşünmesine, gerçekleri bir an için görmelerine vesile olur, dünyanın ne kadar geçici bir yer olduğunu anlamlarını sağlar. Tek bir depremde, birkaç saniye içinde binlerce insan her şeylerini geride bırakarak ahirete gider. İşte bütün bunları gören ve seyreden insan ölümün ne kadar yakın olduğunu çok açık bir şekilde görmüş olur. Dünyanın ne kadar boş olduğunu, gerçek yurdun ahiret olduğunu çok net bir şekilde anlamış olur.

Peki volkan konusuna gelirsek neden İzlanda? İzlanda ateizmin en yaygın olduğu ülke. Dünyada en mutsuz, en çok depresyonda olan insanların yaşadığı ülke. Yapılan araştırmalara göre en çok evrime inanan ülke. İşte bütün bu olağanüstü olaylar insanlara Allah’ın sonsuz kudretini gösteriyor ve hepsinde hem açık hem de çok gizli hikmetler var, tabii sadece görebilenler için…

http://yasananahirzaman.com/index.php

20 Nisan 2010 Salı

Hz. İsa’nın ikinci kere yeryüzüne gelişi İncil’de nasıl bildiriliyor?



Hz. İsa’nın kıyametten önce yeryüzüne tekrar döneceği Kuran’da çok açık bir şekilde bildiriliyor. Hz. İsa’yı öldürmedikleri, asmadıkları, onlara Hz. İsa’nın benzerinin gösterildiği de yine ayetlerle açıklanıyor. Bugün sizlerle hem Kuran’da hem de İncil’de Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne dönüşünün nasıl bildirildiğini paylaşmak istiyorum.

Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak ÖLDÜRMEDİLER. (Nisa Suresi, 157)

"Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden temizleyeceğim ve SANA UYANLARI KIYAMETE KADAR İNKÂRA SAPANLARIN ÜSTÜNE GEÇİRECEĞİM..." (Al-i İmran Suresi, 55)


"ANDOLSUN, KİTAP EHLİNDEN, ÖLMEDEN ÖNCE ONA İNANMAYACAK KİMSE YOKTUR. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahid olacaktır." (Nisa Suresi, 159)

Hz. İsa kıyametten önce tekrar yeryüzüne gelecek ve Hz. Mehdi ile birlikte tüm dünyaya İslam’ı hâkim edecektir. Hz. İsa’nın yeryüzüne dönüşü İncil’de de şu şekilde bildirilir:

İSA PEYGAMBER: "SİZİNLE DÜNYANIN SONUNA KADAR BİRLİKTE OLACAĞIM" DER. (MATTHEW 28:20)

Yukarıda İncil’de geçen dünya kelimesinin orjinali aeon olup çağ anlamına gelmektedir. Bu da İncil’de Hz. İsa’nın bu çağın sonuna kadar insanlarla birlikte olacağının bildirilmesi anlamına gelmektedir. Çağın sonu kıyamettir. Kıyametten önce Hz. İsa tekrar yeryüzüne gönderilecektir. Daha önce hadislerde kıyametin yaklaşık 2120 yılında kopacağını açıklamıştım. İşte bu tarihten önce Hz. İsa tekrar yeryüzüne dönecek ve Hz. Mehdi ile buluşacaktır. İkisi birlikte Ayasofya’da ve Kudüs’te namaz kılacaklardır. Hz. Mehdi, Hz. İsa’dan önce tüm dünyada materyalizm felsefesini yıkacak ve İslam’ı tüm dünyaya yayacaktır. Hz. İsa’da Hıristiyanları hak din olan İslam’a döndürecek, böylece İslam tüm dünyaya hakim olacaktır.

Hz. İsa’nın o nurlu ve güzel yüzünü Allah’ın izniyle bu yüzyılda göreceğiz. Bu yüzyılda tekrar bir peygamber görmenin müthiş mutluluğunu yaşayacağız. O mübarek insan güzel elleriyle insanların yüzlerini mesh edecek ve tüm Hıristiyanları hak din olan İslam’a döndürecek. Bizlerde ayetlerde ve hadislerde bildirilen olayların tek tek gerçekleştiğine şahit olacak ve Rabbimize şükredeceğiz…

Kaynak: www.hazretiisagelecek.com/ www.hazretimehdi.com/

Sansürsüz Programında evrimciler yine çırpınıp durdular!



Dün akşam yayınlanan Sansürsüz programını seyrettiniz mi bilmiyorum ama eğer seyretmediyseniz çok şey kaçırmışsınız demektir. Bu programları kaçırmamanız çok önemli, çünkü her program evrimcilerin nasıl çaresizlik içinde kıvrandıklarını çok açık bir şekilde gösteriyor, hiçbir soruya doğru dürüst cevap veremiyorlar. Bizde koltuklarımıza oturup 21. Yüzyıl bilimi karşısında yenik düşen evrimcilerin geçirdiği hezeyanları keyifle izliyoruz. Evrimciler Yiğit Bulut’un “12 yaşındaki çocuğa evrimi anlatmak isteseniz nasıl anlatırsınız” sorusuna tam kırk dakika hiçbir cevap veremediler, lafı ağızlarında geveleyip durdular. Tek bir açıklama bile alamayan, evrimcilerin hikmetsiz konuşmalarından hiçbir şey anlamayan Yiğit Bulut da boş yere yanıt almak için çırpınıp durdu. Oysa evrimciler bu yüzyılda o kadar çok konuda köşeye sıkıştılar ki tabii ki cevap vermek yerine sürekli demagoji yapma yöntemleri deniyorlar.

Aslında evrimcileri o programın ilk dakikasında susturmak çok kolaydı. Tek bir protein bile tesadüfle olamıyor, 300 milyon fosil yaratılışı ispat ediyor, tek bir ara geçiş formu yok! Eğer ara geçiş formu varsa yaratılışçılar 10 trilyon veriyorlar, neden gidip almıyorsunuz? Dawkins neden yaratılışçılarla karşı karşıya gelmekten çekiniyor? Yurtdışındaki gazetelerde çarşaf çarşaf Dawkins tartışmaya davet ediliyor ama sürekli kaçıyor, eğer kendinize güveniyorsanız neden yaratılışçıların karşısına çıkmıyorsunuz? Neden teoriyi ortaya atan Darwin bile “neden ara geçiş formu bulamıyoruz, neden yer altında çok sayıda ara geçiş formu yok?” diye sorarken hatta “şu anda tek düşündüğüm intihar etmek üzere olduğum” diye çırpınırken siz hala teoriyi ayakta tutmaya çalışıyorsunuz? Tek bir proteinin oluşması için başka bir protein gerekiyor, o zaman canlılık nasıl tesadüfen oluşabilir? gibi daha yüzlerce soru ile evrimciler darmadağın edilebilirdi. Bu sorular sorulamasa da evrimcilerin hiçbir doyurucu açıklama yapamamaları aslında kendilerinin de bu teorinin ne kadar çarpık bir teori olduğunu bilinçaltında bildiklerini gösteriyordu.

Evrimcilere programda sorulacak çok önemli bir konu daha vardı. Evrimciler “biz bilim adamıyız, biz keşfederiz!” diye övünüp duruyorlar. Sen sadece beyninin içinde yaşayan bir insansın. Dışarıda ses yok, ışık yok, dışarısı kapkaranlık. Sen beyninin içinde küçücük bir yerde apaydınlık bir dünya seyrediyorsun. Üstelik beyninin içinde bu görüntüleri gören bir göz, sesleri duyan bir kulak var ama etten ve kemikten değil. Sen sadece bu monitörde sana gösterilen görüntülerle muhatapsın, asla o monitörün başından kalkamıyorsun. Beynine giden elektrik sinyali koptuğunda olduğun yerde kalakalıyorsun. Şimdi bu kadar aciz bir konumdayken, sadece Allah’ın sana gösterdiği görüntülerle muhatapken neyin biliminden ve bilim adamı olmaktan bahsediyorsun? Sen ancak Allah’ın sana ilham ettiği şeyi keşfedebiliyorsun, O’nun sana öğrettiklerini araştırabiliyorsun. Eğer gerçekten bilim adamı olmak istiyorsan o görüntünün dışına çıkman lazım, sadece beyninin içinde oluşan görüntüleri değil dış dünyanın aslına ulaşman lazım ama bunu yapacak gücün yok, çünkü böyle yaratılmışsın. Dış dünyada madde tamamen saydam, bunu bilim adamları kabul ediyorlar. Dış dünyadan beynimize gelen görüntülerin elektrik sinyalleriyle beynimizin kapkaranlık bir bölgesinde apaydınlık şekilde oluştuğunu da biliyorlar ama hala büyüklenebiliyorlar.

Söylediğim gibi evrimciler artık iyice köşeye sıkıştılar. Bütün bu sorulara verecek tek bir cevapları dahi yok. Kendi beyinlerinin içinde gördükleri görüntüler karşısında çırpınıp duruyorlar, daha dış dünyanın aslına asla ulaşamayacaklarının farkında bile değiller. Onları seyretmenin en eğlenceli yanlarından biri de bu işte… Bu programların hiçbirini kaçırmamanızı tavsiye ederim, tarihi yenilişin programları bunlar, evrimcilerin nasıl köşeye sıkıştıklarının tüm dünyaya sergilendiği programlar bunlar….

Kaynak: http://www.evrimicokertensiteler.com/ http://www.maddeninardindakisir.com/

Denizaltında yaşayan nudibranchlar göz kamaştırıyor



Hiç denizaltında yaşayan Nudibranchların ne kadar muhteşem renklere sahip olduğunu gördünüz mü? Tüm âlemleri mükemmel yaratan Allah denizin metrelerce derinliğinde, hiç görmediğimiz yerlerde böyle birbirinden güzel ve etkileyici canlılar yaratmış. Üstelik bu canlılar sadece güzellikleri, ihtişamlı renkleri ile insanları büyülemiyor. Aynı zamanda gösterdikleri inanılmaz savunma sistemleri, korunma teknikleri, beslenme şekilleri de insanı hayrete düşürüyor, hepsi Allah’ın eşsiz sanatını yansıtıyor.

Bildiğiniz gibi Nudibranch kabuğu olmayan bir salyangoz türüdür. Bu salyangoz çok parlak renklere sahiptir ve son derece göz alıcıdır. Fakat bu özellikler hayvanlar için çok cazip olmasına rağmen çok az hayvan Nudibranchlar'la beslenir. Bunun sebebi Nudibranch'ın ısırgan hücreleridir. Bu hücreler hayvana çok iyi bir koruma sağlar. Nudibranch bu ısırgan hücreleri kendisi üretmez. Hyroid denen canlıları yer ve onları sindirim sisteminde öğütmez. Bu hayvanlar Nudibranch'ın sindirim sistemi içinde koruyucu mukusla kaplanır ve ısırgan hücre olarak ona bir koruma sağlar. Gördüğünüz gibi hydroid denen canlılar nudibrancha hiç zarar vermezken onu düşmanlarından çok iyi korur. Bütün bu detaylar karşısında insan mutlaka durup düşünmeli, her yaratılan canlının Allah’ın aklını ve güzelliğini yansıttığını görmelidir.

Bu yazıma birbirinden güzel Nudibranch resimlerini de ekleyeceğim, bu resimlere baktığınızda, denizin derinliklerinde, hayatınızda hiç görmediğimiz yerlerde, hayvanların nasıl mükemmel bir sanatla yaratıldığına şahit olacaksınız.

O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O'nun "ol" dediği gün (herşey) oluverir, O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır. (En'am Suresi, 73)

http://www.denizlerdekimucize.com/

İzlanda kaynaklı duman bulutu Mehdi'nin çıkış alameti mi?



Biliyorsunuz İzlanda da patlayan bir yanardağ Avrupa havayollarının iptal olmasına sebep oldu. İzlanda'da neredeyse 200 yıldır süren ve sessizliğini geçtiğimiz ay bozan yanardağda yeni patlamalar meydana geldi. Patlamalar nedeniyle oluşan kül bulutu, Avrupa'da hava trafiğini felç etti. Dün Kuzey Avrupa'da yüzlerce uçuş iptal edilmişti, Bugün Avrupa Havacılık Kontrol Ajansı Eurocontrol tarafından yapılan açıklamada, en azından 24 saat daha uçuşların gerçekleşemeyeceği bildirildi. 6 kilometre yüksekliğe ulaşan kül bulutunun İsveç hava sahasına ulaşması nedeniyle ülkenin kuzeyindeki Skellefteo, Luleo ve Kiruna’dan yurt içi seferler yapılamıyor. İngiltere’de de kül alarmı verildi. Volkan görüntülerini bu linkten seyredebilirsiniz: http://www.sinirsizvideoizle.com/tag/izlanda-volkan-goruntuleri

Bilindiği gibi Hazreti Mehdi Hazretleri ahir zamanda gelip zulümle dolu olan dünyaya adaleti getirecektir. Onun geliş alametlerinden biri de büyük bir toz bulutunun fitneler ile birlikte görülmesidir. Hadiste önce tozlu dumanlı bir fitne görüleceği ve bunu diğerlerinin takip edeceği bildirilir:

Tozlu dumanlı, karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek...
(Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 26)


Bu hadiste, Mehdi'nin çıkışından önce, tozlu ve dumanlı, karanlık bir fitnenin görüleceğinden söz edilmektedir. Fitne, "insanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya hak ve hakikatten saptıracak şey, savaş, azdırma, karışıklık, ihtilaf, kavga" gibi anlamlara gelen bir kelimedir. Hadiste bu fitnenin ardında toz ve duman bırakacağı belirtilir. Ayrıca bu fitnenin "karanlık" olarak nitelendirilmesi, nereden geldiği belli olmayan, umulmadık bir olay olduğuna işaret kabul edilebilir.

Bu açılardan bakıldığında söz konusu hadisin, 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri'nin New York ve Washington şehirlerinde meydana gelen, dünya tarihinin en büyük terör olayı olarak nitelendirilen saldırıya işaret etmesi muhtemeldir. Televizyon ekranlarında ve gazetelerde de şahit olunduğu gibi, bu iki büyük terör olayının ardından büyük bir toz bulutu ve duman çevreyi sarıp kuşatmıştır. Bu olaydan sonra da şimdi İzlanda’da 200 yıldır sakin duran volkan patlamış ve dumanlar uzaydan bile görünmüştür.

Kaynak: http://www.hazretimehdi.com/

Kutlu Doğum Haftası ve Peygamberimiz Hz. Muhammed – E Book



Kutlu doğum haftasında zamanın en mükemmel, en şahane, en güzel ve en mübarek insanı olan peygamberimiz Hz. Muhammed’i hep birlikte birçok etkinlikle anıyoruz. Allah’ın son peygamber olarak gönderdiği Hz. Muhammed son derece güzel ahlakı, takvası, Allah’a olan yakınlığıyla tüm insanlara örnektir. Her Müslüman’ın peygamberimizin hayatını öğrenmesi, onun sabrını, tevekkülünü, şahsiyetini, zorluklar karşısında asla yılmamasını, eşsiz şefkatini ve merhametini görmesi, bilmesi gerekir. Bunun için de bu kutlu doğum haftasında tüm insanlara verilecek en güzel hediye kuşkusuz güzeller güzeli peygamberimizin hayatını anlatan bu çok güzel eserdir.

Bu eseri ismini yazarak internetten hiçbir ücret ödemeden okuyabilirsiniz. Peygamberimizi hiç görmesek de onun hadislerini okuyarak, güzel tavırlarını öğrenerek ona benzemek için çok gayret edebiliriz. Kitapta yer alan bölümler şunlar: Peygamberimizin güzel ahlakı, peygamberimizin tebliğ, peygamberimizin şemal-i şerifi, peygamberimizin güzel hayatı, peygamberimizin geleceğe dair verdiği haberler. Bu kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.

"Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resulü'nde güzel bir örnek vardır." (Ahzab Suresi, 21)

Bu linkten kitabı okuyabilirsiniz: http://www.harunyahya.org/imani/hz_muhammed/hz_muhammed1.html

Hayvanlardaki muhteşem sevgi nasıl açıklanır- Video



Bugün sizlerle dün seyrettiğim çok güzel bir videoyu paylaşmak istiyorum. Bu linkten mutlaka seyretmenizi tavsiye ediyorum. http://www.youtube.com/watch?v=NA1i36Dd1qs&feature=fvst Videoyu seyrettiğinizde gerçekten sizde çok şaşıracaksınız. Son derece yırtıcı olan aslanlar bir insana nasıl sevgi gösteriyorlar?

İşte bu da başka bir video:

http://www.youtube.com/watch?v=t3TAJLSXOW4&feature=related Bu video da da bir aslan yetiştiren iki kişi yıllar sonra aynı aslanla karşılaşıyorlar, aslan onları tanıyarak inanamayacağınız şekilde sevgi gösteriyor.

Şimdi evrimciler hayvanlarda nasıl böylesine yoğun bir sevgi oluştuğunu açıklayabilirler mi? Bu kadar yırtıcı bir hayvan nasıl olup da hem bir insana hem de yavrularına karşı bu kadar sevgi dolu ve merhametli oluyor? Hayvanlar aynı zamanda yavrularını korumak için her türlü tehlikeyi göze alır, kimi zaman kendi yaşamlarını dahi feda ederler. Çünkü canlılar evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüfen var olmamışlardır.

Tüm bu canlıları Allah yaratmıştır ve onlara hiçbir şekilde açıklanamayacak olan şefkat, merhamet ve fedakârlık gibi duyguları ilham etmiştir. Bütün bunlar Allah’ın muhteşem yaratışının eseridir. Videoları seyrettiğinizde anlayacaksınız.

http://www.hayvanlaralemi.net/

Bu karşınızda duran robot mu yoksa insan mı?



İşyerinde çalışan bazı insanlara bakıyorum da “acaba robot mu, yoksa insan mı?” diye düşünmeden edemiyorum. Bunlar kafalarını bilgisayar ekranından hiç kaldırmayan insanlar. Sabah 7:00’da masasının başına oturup akşam 19:00’a kadar nerdeyse hiç kalkmayan insanlar bunlar. Arada da toplantıdan toplantıya koşuşturup duruyorlar. Önlerinde duran bilgisayar ekranının içinde adeta kaybolmuş gibiler. Bir soru sorduğunuzda yüzlerini bile çevirmeden hemen olabilecek en kısa cevabı verip ekrana kafalarını geri çeviriyorlar. O büyülü ekrandan bir saniye bile olsun ayrılmak istemiyorlar. Hayatlarındaki en önemli şey yaptıkları iş, yürüttükleri projeler, yeni girecekleri ihaleler, yeni geliştirecekleri organizasyonlar. Başka hiçbir şey düşünmüyorlar. İşte o zaman insan durup düşünüyor, bu insanın robottan farkı ne? Adeta ruhu yok gibi, taş gibi bir insan. Son derece materyalist, sevgisiz, ilgisiz ve donuk…

İşte 21. Yüzyılda tam anlamıyla materyalist kafaya sahip insanların ne kadar acınacak durumda olduğunu görüyor musunuz? Bu insanların ruhundaki bütün güzellikler adeta kaybolmuş gibi. Bir çiçek görseler bakmıyorlar, masmavi gökyüzünü, gözlerinin önünde yaratılan onca güzelliği hiç ama hiç görmüyorlar. Eğer çıkarlarına uyarsa sizinle bağlantıya geçiyorlar, aksi takdirde yüzünüze bile bakmıyorlar. Onların sevgi göstermelerini, karşılarındaki insana şefkat duymalarını, mütevazi olmalarını, güzel ahlak göstermelerini beklemek nerdeyse imkansız. Sokakta önlerinde düşen bir insana yardım etmeleri de imkansız. Aç olduğunu söyleyen bir insana yardım eli uzatmaları da öyle. Bunları anlattığınızda böyle bir dönemde bunları yapan insanların ancak enayi olacağını söylerler size. Çünkü en akıllı kendileridir. Hâlbuki kendilerini en akıllı zannederken sevgiyi, merhameti yitirdiklerinden aslında en acınacak durumda olan da kendileridir, ama bunu asla fark edemezler.

Böyle insanların yetiştirdiği çocuklar da tıpkı kendilerine benziyor. Onlar da saatlerce bilgisayar oyunlarının başından kalkmıyorlar. Günde 18 saat bilgisayar oyunu oynayan çocuklar var. Uyumayı, yemeği, içmeyi, insanlarla konuşmayı unutmuş. Toplumla ilişki kurmaktan son derece uzak, sanal bir alemde yaşıyorlar. Arkadaşları gerçek dünyadan değil, sanal alemden. Bu çocuğu bilgisayarından kopardığınızda sizden kötüsü olmuyor. İşte yetiştirdikleri çocuklar da bunlar. İşte bu videoda 18. dakikadan itibaren çocukların bilgisayar başında nasıl kaybolduklarını izleyebilirsiniz: http://video.google.com/videoplay?docid=80785608139596344&hl=tr&emb=1#

Şimdi biran için durup düşünün. Allah yaşayan ama ruhu olmayan, adeta ölü konumunda olan insanlardan bahsediyor. “Bakarlar ama görmezler, kulakları vardır ama duymazlar” diyor. Bu insanlar aramızda yaşıyor gibi gözüküyorlar ama ruhları yok. Sanki dünyaya sadece o işi yapmak üzere gelmişler. Tıpkı bir robot gibi ruhsuz bir şekilde işlerini yapıyorlar. Neden yaratıldığını düşünmek yok, Allah’ı fark etmek yok, bir gün öleceğini düşünmek yok, ahireti düşünmek yok, kısaca hiçbir şey yok. İçleri adeta bomboş, tüm manevi değerlerini yitirmişler. Peki bu materyalist kafayla, paraya pula taparak, bankalara paraları yığıp bilgisayarın başında ömür tüketerek kaybeden kim sizce? Bütün manevi değerlerini yitirmiş bir şekilde sadece kendi çıkarını düşünerek yaşayıp yine kaybeden kim sizce? Peki kendi gibi nesiller yetiştirerek yine kaybeden kim sizce?

Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler…. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)

Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler. (Yasin Suresi, 9)

Sansürsüz programında evrimcilerin verdiği hayret verici cevaplar – Video



Habertürk’teki Sansürsüz programında evrimciler kendilerine yöneltilen sorulara nasıl cevaplar verdiler gördünüz mü? Mesela yararlı bir mutasyona örnek verebilir misiniz sorusuna nasıl cevap verdiler? Peki dünyaca ünlü Richard Dawkins bu soruya nasıl cevap verdi? Yine “bir uçak görüyorsunuz, bunu yapan bir mühendis var değil mi, peki insanı yaratan nedir?” sorusuna ne cevap verdiler biliyor musunuz? Bu soruların cevabını merak ediyorsanız bu linkten buyurun seyredin: http://vimeo.com/10805663

Bu gerçekleri artık herkesin görmesi lazım. Bizde yaratılışçılar olarak evrimcilerden evrim teorisini tam anlamıyla ispat eden videolar bekliyoruz. Tabii böyle bir şey mümkün değil ama hazırlayabilirlerse göndersinler, onlar da yayınlansın, bizler de seyredelim. Ama kimse gerçeklerin bu yüzyılda örtbas edilmesine müsaade etmesin. Evrim teorisinin artık tutunacak tek bir dalı kalmamıştır. Programda verilen cevaplar da bunun apaçık ispatıdır.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Kaç nefes kaldı ömürden geriye?



Hiç düşünüyor musun, kaç nefes kaldı ömürden geriye? Görmüyor musun her geçen gün yüzlerce insan toprağa geri dönüyor. Bir daha dönmemecesine bu dünyayı terk ediyor. Ölen herkes için yepyeni ve sonsuza kadar bitmeyecek bir hayat başlıyor. Artık ölmek yok, sonsuzluk var, hiç bitmeyecek milyonlarca yıl sürecek bir yaşam var. Geride kalanlar ise hızla kendilerine verilen zamanı çarçabuk tüketme telaşındalar. Bir nefes bir nefes daha alıyorlar, her gün adım adım mutlaka gerçekleşecek olan sona doğru yaklaşıyorlar. Her gün insanlar mezarlara gidip birbirlerini toprağın altına koyuyorlar. Ama bir an için bile durup düşünmüyorlar, acaba kaç günüm, kaç saatim, kaç dakikam kaldı geriye diye. Çünkü ölümü kendilerine asla ama asla yakıştırmıyorlar. Peki mezarı başında durduğun kişi sence ölümü kendine yakıştırıyor muydu? Acaba o gün, tam belirlenen vakitte Azrail ile karşılaşacağını umuyor muydu? Yoksa o da tıpkı senin gibi hiç beklemediği bir anda mı karşılaştı ölümle? Hiç beklemediği bir anda mı işini, evini, çoluğunu, çocuğunu, kısaca dünyadaki her şeyini ardında bırakıp gitti…

Bir gün hepimiz için dünyada bize verilen süre bitecek, kimi için 30 yıl, kimi için 50 yıl, kimi için 70 yıl, ama bir gün mutlaka bitecek. O zaman mutlaka bitecek bir hayat için neden yaşar insan? Herşeyini geride bırakıp tek bir eşyasını bile yanına alamazken, sevdiği tek bir insanı dahi yanında götüremezken, Allah’ın huzuruna yapayalnız çıkacakken neden dünya için yaşar? Neden ömrünü bomboş amaçlar uğruna geçirir? Neden şeytana uyup kendisine verilen kısacık ömrü günahlarla doldurup, gafletle geçirip heba eder? Oysa bu ömrü Allah’ın rızasıyla, sevaplarla, salih amellerle doldurup, her karesini, her gününü, her saatini süsleyebilir insan. Her gününü Allah sevgisi ile dopdolu bir kalple geçirebilir. Bir gün Allah’a kavuşma ümidiyle yaşayabilir, ölüm anının kavuşma anı olduğunu bilip o günü büyük bir şevkle bekleyebilir. Gerçekten samimi bir kalple Allah’a yönelen bir insan için Allah’a kavuşmaktan daha büyük hangi nimet olabilir? Bütün ömrünü O’nu razı etmeye adamış, nefsine yenilmemiş, dünyayı elinin tersiyle itmiş, hep ahreti özlemiş bir insan için daha güzel ne olabilir?

İnsan ömrü için “bulutların geçişi gibi geçer gider” demiş biri. Fakat farkında olanımız kaç kişi? Ömrün her nefesinin ardından bir nefes daha tükeniyor. Geçen yılın değil sadece, geçen bir nefesin bile farkına varmak gerek. Bir gün aldığımız tek bir nefes dünya hayatımızla ahiret hayatımız arasındaki son nefes olacak. Bir gün, sayıla sayıla saniyeler bitecek ve son nefesin alınıp verilemeyeceği, ya da verilip alınamayacağı bir noktaya gelinecek. O zaman Allah’ın bize dünyada verdiği vaktin kıymetini bilmemiz gerekmez mi? Biz bu dünyaya sürekli eğlenceden eğlenceye koşmak, mal yığıp biriktirmek, insanları razı etmek, en iyi mevkilere gelmek, bankalara para yığmak için gelmedik ki. Sadece kul olmak için geldik. Bu yüzden ömrümüzün kıymetini bilelim. “Allah bana bir gün daha verdi, bu günü yaşıyorum ama nasıl değerlendirmeliyim” diye düşünmeli insan. Çünkü her günümüzün her dakikamızın hesabını vereceğiz. Bize verilen ömrü nasıl tükettiğimizi Allah’ın huzurunda açıklayacağız. O güne güvenle gelmek de var. Daha dünyadayken mutlaka gerçekleşecek olan bu hesap gününün farkında olmak da var. Bu yüzden dünyada yaşadığı her saniyenin hesabını yapan samimi ve ihlaslı insanlar var. Neden sende o insanlardan biri olmayasın? Neden ömrünü Allah için harcayanlardan biri olmayasın? Sahi kaç nefesin kaldı geriye? Bin mi, yüz mü, on mu, yoksa bir mi? Yoksa ömrünün son saniyelerinde misin? İşte bunu bile bilemeyecek kadar acizdir insan ve aynı acizlikle bir gün gelip Allah’ın huzurunda duracaktır. O zaman lütfen bir kez olsun durup düşün, “ben ömrümü ne için tüketiyorum” de. Ve bir karar ver, öyle bir karar olsun ki senin için dönüm noktası olsun. Öyle bir karar olsun ki seni uçurumun kenarından kurtarsın, öyle bir karar olsun ki seni sonsuza kadar pişman olmaktan kurtarsın…

Onlara, dünya hayatının örneğini ver; gökten indirdiğimiz suya benzer, onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karıştı, böylece rüzgarların savurduğu çalı-çırpı oluverdi. Allah, herşeyin üzerinde güç yetirendir. (Kehf Suresi, 45)

Kaynak: http://www.olumgercegi.com/

Mikrodünya mucizesi



Bugün sizlerle yine çok güzel bir site paylaşmak istiyorum. Bu site "tek başımayım" dediğimiz anda bile aslında oldukça fazla sayıda canlı ile beraber olduğunuzu gözler önüne seriyor. http://www.mikrodunyamucizesi.com/ linkinden ziyaret edebilirsiniz. Vücudunuzda sizi sürekli olarak koruyan, kimi zaman da hastalanmanıza neden olan bakterilerle, oturduğunuz koltuktan halınıza, soluduğunuz havaya kadar her yere yayılmış durumdaki akarlarla, mutfağınızda birkaç gündür dışarıda beklettiğiniz yiyeceklerde üremeye başlayan küf ve mantarlarla sürekli birlikte yaşadığınızın farkında mısınız? Bu gizli dünyanın üyeleri olan mikroorganizmaların sayıları yeryüzündeki hayvanların 20 katı kadardırlar.

Araştırmayan, okumayan, öğrenmeyen bir insan kainatı sadece gördüklerinden ibaret sanabilir. Oysa Allah tarafından gözlerimizle görmediğimiz apayrı ve muhteşem bir dünya yaratılmıştır. Bakteriler, hücre, virüsler, atom, DNA incelendiğinde hepsinin muazzam detaylarla dolu olduğunu, üstün bir akılla yaratıldıklarını görüyoruz. Siteyi mutlaka incelemenizi tavsiye ediyorum.

Kaynak: http://www.mikrodunyamucizesi.com/

Öldüğünüzde her şeyinizi arkanızda bırakıp gideceksiniz…



Bundan yaklaşık on yıl önce çok yakın bir akrabamın ölüm haberi sabah çalan bir telefonla geldi. Dışarıdayken kalp krizi geçirip vefat etmişti. Duyduğumda bir daha o kişiyi hiç göremeyeceğimi, onun için dünya hayatının tamamen bittiğini düşünmüştüm. Önce o gün üzerine giydiği kıyafetleri geldi, ardından arabasının anahtarını getirdiler. Marka kıyafetlerine ve arabasına çok değer verirdi, hepsini arkasında bırakarak tek bir şey bile almadan ahirete gitti. Eşyalarını bir bir yakınlara, yoksullara dağıttılar. Kimi de on yıl geçmesine rağmen hala ilk günkü gibi duruyor. İnsan ölüyor ve her şeyini arkasında bırakıyor, o çok değer verdiği eşyalar yıllarca hiç bozulmadan öylece kalıyor…

Ölümünden birkaç gün sonra işyerine gittiğimde masasında birçok kağıtlar görmüştüm, birikmiş birçok iş yığılmıştı. Kendi eliyle yazdığı defterlere baktım. Daha birçok planı olduğu çok belliydi, çünkü daha 55 yaşındaydı. O gün kalp krizi geçirip öleceği aklından bile geçmiyordu. Söylediğim gibi işini, evini, ailesini, arabasını kısaca her şeyini bir günde, hem de hiç hesap etmediği günde bırakıp Allah’ın huzuruna hesap vermeye çıktı ve o gün onun için sonsuz ahret hayatı başladı. Kısacık ömrü bitmişti işte…

O, kulları üzerinde kahredici (kahhar) olandır. Size koruyucular gönderiyor. Sonunda sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, elçilerimiz onun 'hayatına son verirler.' Onlar (bu işte, ne eksik ne fazla) kusur etmezler. (En'am Suresi, 61)

Ölüm gibi, kanser gibi, bir evladın yitirilmesi gibi büyük olaylar insanın gaflet içinde geçirdiği yaşamında bir anda silkinerek uyanması gibidir. İman eden insanlar ölümün yakınlığını ve dünyanın geçiciliğini zaten sürekli düşünürler. Bu yüzden ani ölümler, hastalıklar ve diğer imtihanlar onları Allah’a yaklaştırır ve tevekkülle karşılarlar. Ama iman etmeyenler için ölümle aniden karşılaşmak adeta büyük bir şok etkisi yapar. İnsanlar bir anda dünyanın ne kadar boş ve anlamsız olduğunu görürler. Bunca hırsın, mücadelenin ardından edinilen tüm malın, mülkün, ailenin, çocukların nasıl bir anda bırakılıp gidildiğini görürler. Bir süre düşünürler ama sonra hemen yine dünyaya dalıp oyalanmaya, kendilerini kandırmaya devam ederler. Hâlbuki onlar şuurunda değilken ölüm onları da hiç beklemedikleri bir anda yakalayacak, hiç hesap etmedikleri bir gün onlarda hesap vermek üzere Allah’ın huzuruna çıkacaklar.

Bütün bunları anlatmamın nedeni bu yazımı okuyan kişilerin bir an için durup düşünmelerini sağlamak, “ben ne için yaratıldım” “bu dünyada her şeyi bırakıp gideceksem neden ahiret için yaşamayayım?” “bu dünya hayatına kapılıp daha sonra hüsrana uğrayanlardan olmayayım” demeleri içindir. Vicdanı açık olanlar mutlaka kalplerinde bir uyanış hissedeceklerdir…

Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)

http://www.yaklasanolumani.com/

12 Nisan 2010 Pazartesi

Türkiye 10 Yılda Hâkim Güç Olacak



Amerika'nın stratejik araştırma kuruluşu Stratfor, 2010-2020 dönemini kapsayan tahmin raporunda, Türkiye'nin bölgenin hâkim gücü haline geleceğini bildirdi. Rapora göre, Akdeniz ve İran, hatta Kafkaslar ve Orta Asya arasındaki dinamikler, Türkiye'nin yeniden ortaya çıkışıyla tanımlanacak. Türkiye artık önlenemez, durdurulamaz bir yükselişte. Bunu biz değil yabancı basın sürekli dile getiriyor. Türkiye arka arkaya dev atılımlar atıyor, ülkelerle tek tek vizeler kaldırılıyor. Türkiye dev atılımlarla Türk İslam Birliği’ni kurmaya hazırlanıyor.

Geçtiğimiz günlerde Ortadoğu uzmanı Dr. Yusuf Nur Avde, Londra’da yayımlanan El Kudüs El Arabi gazetesindeki makalesinde, “Türkiye, Müslüman ülkelerin en itibarlı ve önemlisidir” yorumunda bulundu. "Türkiye’nin Ortadoğu’daki Arap-İsrail sorununun çözümü için Arap ülkelerinden daha fazla çaba harcadığı" kaydedilen yazıda, “Türkiye’nin bölgesinde barış ve huzur istediği, komşularıyla arasında geçmiş yıllardaki kötümser havayı iyimser hale getirdiği” belirtildi. Avde Türkiye’nin Asya ülkeleri için Avrupa’ya açılan, Avrupa için de Asya’ya açılan bir köprü olduğunu kaydederek Türk hükümetinin AB ülkeleriyle ilişkilerini daima geliştirmek istediğini ifade etti. Türkiye gerçekten de İslam ülkeleri ile Avrupa ve Amerika arasında tam bir köprü niteliğindedir. Türkiye bütün ülkeler arasında barışı ve huzuru sağlayacak tek ülkedir. Türkiye tüm İslam âlemini kurtarmakla görevlidir. 10 yıl içinde hem Türk İslam Birliği’nin kurulduğunu, hem Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne döndüğünü, hem de Hz. Mehdi ile birlikte tüm dünyaya İslam’ı hâkim ettiklerini göreceğiz. O zamanda “bizler zaten bu müjdeyi herkese duyurmuştuk” diyeceğiz. Türkiye Avrupa Birliği’ne de girecek ama Türk İslam Birliği lideri olarak, büyük bir güçle Avrupa’ya köprü olan süper bir devlet olarak girecek. Hep birlikte göreceğiz…

Kaynak: http://www.turkislambirligimujdesi.com/

Madde Beynimde Oluşuyorsa Neden Acıyı Hissediyorum?



Maddenin aslına hiçbir zaman ulaşamadığımızı, görme, işitme, tat alma, dokunma duyularımız sayesinde maddeyi var zannettiğimizi anlattığımda hep aynı tarz sorularla karşılaşıyorum. " Bıçağı biraz kaydırdığımda elimde hissettiğim acı, sızlama, elimden akan kan bir görüntü değil. Ayrıca bunu yanımdaki arkadaşım da gördü. Acıyı hissettiğime göre bunun oluşması için maddenin var olması gerekiyor değil mi?” Aslında bu soruların cevabı son derece basit.

Bu soruları soranların ve itiraz edenlerin en önemli yanılgısı, görüntü dışında ses, koku, dokunma gibi diğer hislerin de beyinde oluştuğunu göz ardı etmeleridir. Bu nedenle insanlar "bıçağı beynimde görüyor olabilirim, ama bıçağın keskinliği bakın gerçek, çünkü elimi kesti" demektedirler. Oysa bu kişinin elindeki acı, akan kanın verdiği sıcaklık ve ıslaklık hissi ve tüm diğer algıları yine beyninde oluşur. Yanındaki arkadaşının bu olaya şahit olması bu gerçeği değiştirmez, çünkü arkadaşı da, bıçakla aynı yerde yani beynindeki görme merkezinde oluşmaktadır. Bu kişi aynı hisleri, bıçakla elini kestiğini, elindeki acıyı, kanın görüntüsünü ve sıcaklığını aynısı ile rüyasında da yaşayabilir. Elini kestiğini gören arkadaşını da yine rüyasında görür. Ama arkadaşının varlığı, bu gördüklerinin rüya olmadığının bir kanıtı olmaz.

Hatta rüyasında elini kestiği sırada biri gelip, "bu gördüklerin bir algı, bu bıçak gerçek değil, elinden akan kan, hissettiğin acılar da gerçek değil, bunların hepsi şu an zihninde izlediğin olaylar" dese, kişi buna inanmayacak ve yine itiraz edecektir. Hatta belki "Ben materyalistim. Böyle iddialara inanmam. Şu anda gördüklerimin hepsini hissediyorum, bak kanı görmüyor musun?" diyecektir. İşte, maddenin aslıyla muhatap oluyorum diye ısrar edenler, yukarıdaki örnekte görülen kişi gibidirler. İçinde yaşadıkları algılar dünyasında "tüm bunlar bir algı, ve bu algıların aslına asla ulaşamazsın " denmekte, ancak onlar bu gerçeğe şiddetle karşı çıkmaktadırlar.

Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, bir insan, eli kesildiğinde, "bu nasılsa bir görüntü" diyerek tedbir almadan oturmaz. Çünkü Allah, bu görüntüler içinde insanları bazı sebeplere bağlı olarak yaratmıştır. Örneğin eli kesilen insan bunun için gerekli ilaçları kullanır, elini sarar veya doktora gider. Ancak bu işlemlerin hepsinin beyninde oluşan görüntüleriyle muhatap olur. Sargı bezi de, kullandığı ilaçlar da beyninde oluşan görüntülerdir.

İnsanlar maddenin aslına hiçbir zaman ulaşamayacaklarını, hep beyinlerinde kapkaranlık bir noktada oluşan görüntülerle muhatap olduklarını bir gün anlayacaklar. O zaman çok değer verdikleri evlerinin, arabalarının, eşlerinin, çocuklarının ve aynı zamanda kendi bedenlerinin bile bir görüntüden ibaret olduğunu anlayacaklar. Bazı düşünürlerin “insan bir hayaldir, aslında bütün yaşananlar geçici ve aldatıcıdır, bu evren bir gölgedir” şeklindeki sözleri günümüzde kanıtlanıyor gibidir. Aşağıda verdiğim linkleri incelediğinizde madde zannettiğiniz ama aslında hiçbir zaman aslına ulaşamadığınız madde konusunu çok daha iyi anlayabileceksiniz.

(http://www.maddedekimuhtesemilim.com)

(http://www.maddeninardindakisir.com)

Çok Güzel Ama İmanı Yok!



Bazen bir kadına bakıyorsunuz, güzelliği gözlerinizi kamaştırıyor, yüzünün, gözlerinin güzelliğine bakmaya doyamıyorsunuz, “ne kadar kusursuz yaratılmış” diyorsunuz. “Allah’ın güzelliği ne kadar muhteşem tecelli ediyor” diyorsunuz. Ben böyle birini gördüğümde hemen çok güzel ama imanı yok diye düşünüyorum. Çünkü eğer bir insanın imanı yoksa hiçbir şeyi yok demektir. O insan ne kadar güzel olursa olsun, ne kadar muhteşem olursa olsun içi boş bir kütük gibidir. Öncelikle bir kadında güzel ahlak yoksa samimiyet, teslimiyet, yumuşak başlılık yoksa o zaman güzellik de yok demektir. Eğer Allah’a teslim olmamışsa, nefsi için yaşıyorsa, dünya için yaşıyorsa kendi aleyhine en ufak bir durumda gerçek yüzünü gösterecek demektir. Nefsini eğitmediği için kıskançlık, haset, kin, öfke, ağlama, hüzün gibi birçok olumsuzluğu üzerinde barındırıyor demektir. Bu da güzelliğin tamamen yitirilmesi anlamına gelir.

Kişi ancak iman ettiğinde tam anlamıyla güzel olabilir. Çünkü ancak o zaman derin bir ruha sahip olur. İmansız bir insanın yüzüne baktığınızda ister kadın ister erkek olsun gözlerinin bomboş ve anlamsız olduğunu görürsünüz. Çünkü daha Allah’ı fark edemeyen, ne için yaratıldığını bilmeyen, amaçsız yaşayan bir insanın ruhu bomboş olur. Ayrıca çok basit bir ahlaka sahip olduğundan konuşur konuşmaz hemen soğur ve uzaklaşma ihtiyacı hissedersiniz. Ruhlarındaki basitlik, dünyaya tamahkârlık üzerlerine yapışmış bir leke gibi durur. Ayrıca bu insan güzelliğinin ne kadar geçici olduğunun farkında bile değildir, onunla övünür, hava atar. Bir iki yıl sonra aynaya baktığında güzelliğinden eser olmadığını görür, hayıflanmaya, üzülmeye ve isyan etmeye başlar. İşte bu insanlar Allah’ın Kuran’da bahsettiği yaşayan ölülerdir, çok güzel gözükebilirler ama yaşayan bir ölü, ruhu bomboş bir insan ne kadar güzel olabilir?

Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)

Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün, oysa onlar görmezler bile. (Araf Suresi, 198)


Çok güzel bir insan gördüğümde aklıma gelen diğer şey ise bu güzelliğin ne kadar çabuk kaybolacağı oluyor. Bir iki sene sonra o kadına veya erkeğe bir bakın, tamamen bozulduğunu göreceksiniz. Dünya hayatı o kadar yıpratıcıdır ki, günler adeta yıl hükmünde geçer ve bir bakarsınız o kadının yüzü hemen yaşlanmış, o tazeliği kaybolmuş. Çok kısa bir süre sonra da ölüp toprağa gömülecek ve o güzelliğinden eser bile kalmayacaktır. İşte bu yüzden eğer güzel bir kadının imanı yoksa hiçbir şeyi yok demektir. Hâlbuki aynı güzellikte bir kadın iman etse Allah’a olan teslimiyetiyle, güzel ahlakıyla masumiyetini ve güzelliğini hep korur. Böyle bir kadın çok derin bir imana sahip olduğunda son derece akıllı ve çekici olur, her yaptığında, her söylediğinde bir hikmet olur. Dolayısıyla böyle bir insana baktığınızda hem bu dünyada hem cennette ebediyete kadar bitmeyecek bir güzelliğe baktığınızı hissedersiniz. Tıpkı peygamberlerde olduğu gibi, Hz. Yusuf’ta, Hz. Muhammed’te, Hz. Meryem’de, Hz. İsa’da olduğu gibi…

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)

www.dunyahayati.com

7 Nisan 2010 Çarşamba

Bir eşi daha yok!



Milyarlarca insanın parmak izi birbirinden tamamen farklı yaratılıyor. Düşünebiliyor musunuz, dünyada yaşayan milyonlarca insan var, hiçbirinin parmak izi bir diğerininkine benzemiyor. Daha bir bebek annesinin karnındayken tüm vücudunda çok büyük mucizeler yaratılıyor. Parmak izi de bunlardan sadece bir tanesi. Fakat insanlar genelde pek düşünmedikleri ve zamanla alıştıkları için bir süre sonra bu mucizeleri görmezden gelebiliyor, hatta doğal karşılayabiliyorlar. Oysa ortada çok olağanüstü bir akıl ve sanat duruyor, bakıyor ama göremiyorlar.

Tek bir parmak iziyle yeryüzündeki milyarlarca insana bir kimlik verilmiş demektir. Bugün her malın üzerinde bir barkod vardır. Bu barkoda bakarak malın kim tarafından, ne zaman imal edildiğini ve fiyatını öğrenebiliriz. Aynen bunun gibi her insanın parmak uçlarında bulunan izler, altı milyar insanla arasındaki farklılığı ortaya koyar. Yani her insanın şu bir santimetre kare içerisindeki parmak ucunda, onun kimliği ve tüm özellikleri saklanmıştır. Biliyorsunuz parmak izi, bugün kriminolojide suçluların tespitinde kullanılır. Bu iz o kadar kesindir ki, ilk insandan bugüne ne kadar insan gelişmişse hiçbirisinin parmak izi diğerine benzemez.

Parmak izi parmakların son eklemi ve uç kısmındaki kıvrımların meydana getirdiği izdir. İnsan vücudunun dış derisinde bulunan her kıvrımda ter gözenekleri vardır. Bunların her biri iç deriye kadar uzanır. Her gözenek orada çiviye benzeyen ve Papila denen iki sıralı çıkıntılarla iç deriye sanki çivi atmış gibidir. Bu sebeple dış deri hasara uğrasa, hatta tamamıyla dökülse bile, bu Papilalar yine de parmak izinin tespiti için yeterlidirler. Yine, yeni çıkan derilerdeki izler de eskisinin aynısı olurlar. Fakat iç deride bulunan papilalar tamamıyla kaybolursa o zaman parmak izini tespit etmek mümkün olmaz; zira bu durumda parmak içi kıvrımları tamamen kaybolmaktadır. İki kişinin tesadüfen aynı genetik parmak izine sahip olabilme ihtimali, istatistiki olarak imkansızdır.

Modern manada parmak izi tespiti ve faydalanma konusunda ilk adım 1880'de atılmıştır. Bu tarihte İngiliz bilgini olan Henry Faulds ve Wiliam James Herschel adlı iki İngiliz, Nature adlı bir ilmi mecmuada parmak izi hakkında makale yazmışlardır. Bu bilginler önceleri pişmiş çömleklerdeki parmak izleriyle ve matbaa mürekkebiyle parmak izi alma metoduyla uğraştılar. Bu gün kullanılan parmak izi metodu da aynı esasa dayanır.

Kimi fiziksel özellikler tümüyle genler tarafından belirlenmez. Parmak izi de bunlardan biridir. Her ne kadar parmak izinin ana hatlarını belirleyen genler olsa da, fetüsün anne karnında gelişimi sırasında başka etkenler de parmak izinin şekillenmesinde rol oynar. Örneğin, hormon seviyelerindeki değişim, beslenme, kan basıncı, fetüsün anne karnındaki pozisyonu gibi birçok dış etken parmak izlerinin oluşmasında etkilidir. Aynı durum ikizlerin ciltlerinde farklı çil, leke ve ben oluşumu için de geçerlidir.

Tek yumurta ikizleri babanın tek spermi ile döllenen annenin tek yumurtasının ikiye bölünmesiyle oluşur. Bu nedenle de tek yumurta ikizleri aynı DNA'ya sahiptirler. Bununla birlikte yine de ikizlerin görüntüleri tamamen aynı değildir ve parmak izleri, gözlerinin retina tabakaları ve hatta ses telleri de farklıdır.

Henüz 3. ayda, yani bir insan cenini sadece 9 cm boyunda iken, onun parmak ucu bir toplu iğnenin başı kadardır. Bu kadar küçük bir noktada, yaratılmış diğer bütün insanlardan farklı bir parmak izi teşekkül etmektedir. O artık içimizden biridir. Parmak izi 20. Yüzyılın çok büyük bir keşfidir. Ama 1500 sene önce insanlara gönderilen Kuran’ın hikmet dolu sayfalarında bu muhteşem bilgiyi şöyle görmekteyiz:

İnsan, onun kemiklerini Bizim kesin olarak biraraya getirmeyeceğimizi mi sanıyor? (Kıyamet Suresi, 3)

Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz. (Kıyamet Suresi, 4)

Kaynak: http://www.insaninyaratilisi.com/

Şok! Şok! Şok! Tek bir serçe parmak fosilinden çizilen resme bakın!



Evrimcilerin son ileri sürdüğü şok edici iddiayı duydunuz mu? Evrimci yayınlar şimdi yeni bir spekülasyonla çalkalanıyor. Evrimcilerin tek bir serçe parmak fosilinden çizdikleri ilginç görünümlü bir canlı resmi manşetten yayınlanıyor. Evrimciler şimdi büyük bir şevkle kendi hayali çizimlerini tüm dünyaya üçüncü bir tür olarak tanıtıyorlar. Dergiler ve gazetelerde evrimcileri desteklemek adına “Bilinmeyen Bir İnsansı”, “Büyük Keşif, Ne Neandertal ne Homo sapiens”, “İnsanlık Tarihini Yeniden Yazacak Gelişme”... gibi çarpıcı başlıklarla halkı etkilemeye çalışıyorlar.

Evrimcilerin yayınladıkları resme bakınca nasıl olup da bir serçe parmağından böyle maymunsu bir yaratığa ulaştıklarına şaşırıp kalıyorsunuz. Bu nasıl bir hayal gücüdür? Nasıl çalışan hayali bir mekanizmadır? Bir gün biri yolda bir serçe parmak bulsa sonra da onun resmini çizse bu ne kadar inandırıcı olabilir? Ama hayali çizimler konusunda bildiğiniz gibi evrimcilerin üzerine yoktur. Tek bir domuz dişi bulan evrimciler hayali bir Nebraska adamı tasarlayıp onun ailesini bile çizmişler ve sonra da manşetten bu hayali resimleri yayınlayıp sanki büyük bir buluş yapmış gibi tüm dünyayı etkilemeye çalışmışlardı.

Darwinistlerin bu yeni “üçüncü tür” iddiasını ortaya atmalarının nedeni yaklaşık 40.000 yıllık bir serçe parmağı fosilinin Asya’da, Altay Dağlarında bir Sibirya mağarasında bulunmasıdır. Evrimciler bu fosilin Afrika’dan Asya’ya gelmiş olduğunu iddia ediyorlar. Yaptıkları mitokondriyel DNA analizleri sonucunda bu canlı farklı bir türden gelmiş gözüküyormuş! Evrimcilerin Afrika’dan Asya’ya göç hikayesine uymadığından da üçüncü bir insan türü olarak adlandırıyorlarmış. Söylediğim gibi tek bir serçe parmağından evrimcilerin böyle mantıksız iddialar ortaya atmaları son derece şaşırtıcıdır. Fosili bulunan canlının DNA’sı hakkında hiçbir bilgi yoktur. Bu yüzden canlının neye benzediği, nasıl göründüğü, yüz hatları, anatomik yapısı, iskelet yapısı, kas yapısı, ailesi! Hiç bir şekilde çizilemez. Çizilen resim sadece çizen kişinin hayal gücünden ibarettir. Evrimcilerin bu iddiaları bilimsel terimlerle süslemeleri de hiçbir işe yaramaz. Evrimcilerin iddia ettiği gibi mtDNA (mitokondriyel DNA) analizleriyle bir canlının genetik bilgisine veya fiziksel özelliklerine ulaşabilmek mümkün değildir.

Şimdi yaratılışçılar olarak hep birlikte başka bir hayali senaryo bekliyoruz. Fakat bu seferkinin daha heyecan verici ve inandırıcı planlanmasını rica ediyoruz. Çünkü bu tarz senaryolar çok komik oluyor. Dawkins’in son ortaya attığı “uzaylılar yaptı” senaryosu da hayal gücü açısından fena değildi ve son derece eğlendiriciydi. Biraz daha hayal gücü geniş kişilerle çalışmalarını tavsiye etmekten başka bir şey kalmıyor bize diyorum ve yaratılışı kabul etmemek adına yapılan bu çırpınmalara gülüp geçiyorum…

Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir. (Hadid Suresi, 4)

O Allah ki, yaratan'dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

Kaynak: http://www.evrimicokertensiteler.com/

Kurtar bizi Türkiye!



Geçtiğimiz günlerde İsrail polisi ile Filistinli göstericiler arasında El Aksa Camii’nde meydana gelen olaylar yatışırken, caminin kapısı önünde toplanan Filistinliler Türkiye lehine sloganlar attı. Caminin önünde toplanan Filistinliler, “Yaşasın Türkiye”, “Büyük Tayyip”, “Kurtar Bizi Türkiye” diye bağırdılar. Şu anda dünyanın her köşesinde zulüm gören ve perişan olan Müslümanlar kurtuluş için tek çözümün Türkiye’de olduğunu büyük bir şevkle sürekli dile getiriyorlar. Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta yaptığı çıkış Türkiye’nin tüm Müslümanları koruyup kollayacak tek ülke olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Dünyada yaşanan her zulümde Müslümanların yardım bekleyen gözleri şimdi Türkiye’ye çevriliyor.

Afganistan, Irak, İran, Endonezya, Filistin, Pakistan, Doğu Türkistan… daha birçok ülkede çok zor şartlar altında her gün şehit edilen yüzlerce Müslüman var. Avrupa’da birkaç hayvan öldürüldüğünde hayvan hakları savunucuları ile birlikte tüm dünya ayağa kalkıyor da bir günde Filistin’de, Afganistan’da onlarca Müslüman şehit ediliyor, hiç kimsenin sesi çıkmıyor, herkes susup oturuyor. İşte Türkiye bu dünya çapında yaşanan büyük şiddete, acımasızlığa tam anlamıyla son verecek tek ülkedir. Türkiye’nin görevi Türk İslam Birliği’ni kurmaktır. Burada Türk milletine çok büyük görev düşüyor. Biz sadece Türkiye’yi kurtarmakla değil, bütün İslam âlemini kurtarmakla görevliyiz. Türk İslam Birliği kurulduğunda bütün dünya anarşiden, azaptan, her türlü sıkıntıdan kurtulacaktır. Şu anda perişan durumda olan Müslümanlardan yükselen “kurtar bizi Türkiye” çığlıkları bu birliğin kurulmasının ne kadar acil olduğunu gösteriyor. Artık kaybedecek tek bir günümüz yok. Türkiye artık gerekeni yapmalı, her gün dev adımlar atarak bu birliği kurmalıdır. Kuşkusuz bu birlik İslam âleminde olduğu gibi İsrail’de de, Amerika’da da, Avrupa’da da tam anlamıyla huzurun hakim olmasını sağlayacaktır. Tüm Türkleri bu birliği kurma yolunda devletimize yardımcı olmaya, ellerinden gelen tüm gayreti göstermeye çağırıyorum.

Kaynak: http://www.turkislambirligi.com/

http://www.doguturkistan.com/

http://www.filistinzulmu.com/

6 Nisan 2010 Salı

Türkiye Osmanlı görkemini canlandırmaya çalışıyor



Yazılarımda sürekli Türkiye’nin adım adım Türk İslam Birliği’ni kurma yolunda çalıştığını sizlerle paylaşıyorum. Türkiye Osmanlı’dan devraldığı mirası yeniden canlandırmaya çalışıyor. Geçen gün Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan haberde, Strateji gazetesi G2’de yayınlanan rapora göre Avrupa Birliği tarafından reddedilen Türkiye’nin yüzünü İran’a döndüğü ve Osmanlı İmparatorluğu’nun görkemini tekrar kurmaya hazırlandığı bildirildi.

Arka arkaya ülkelerin Türkiye ile vizeleri kaldırması Türk İslam Birliği’nin kurulacağı müjdesini veriyor. TÜRKİYE TARİHTE OLMADIĞI KADAR BÜYÜK BİR DEVLET OLACAK. Türk-İslam âleminin lideri olacak. Şimdi bu tarihi misyonun başlangıç aşamalarındayız. Bütün dünyayı, anarşiden, terörden sıkıntıdan azaptan, her türlü acıdan kurtaracak olan Türk milletidir. Gerçekten çok asil, çileyle, acıyla yoğrulmuş bir millettir ve dünyayı yönetmeye dünyaya faydalı olmaya yönelik bir ruhu vardır. Çok yakın bir zamanda Türk İslam Birliği’nin kurulduğunu ve Türkiye’nin de lider olduğunu hep birlikte göreceğiz.

Kaynak: turkislambirligimujdesi.com

Protondaki ve nötrondaki çok hassas dengeler neyi gösterir?



Atomu oluşturan proton ve nötronların ne kadar hassas bir denge üzerine kurulduğunu biliyor musunuz? Evrendeki bütün protonlar 1, 6 x 1019 değerinde pozitif yüke sahiptirler. Bu, atomlardaki çeşitli protonların birbirlerini itmelerini sağlar. Ama aradaki çekim, itmeden 100 kez daha güçlü olduğu için protonlar birbirlerinden ayrılmazlar. Protonun kütlesi elektronunkinden 1836 kez daha fazladır. Ama buna karşın, bilinmeyen bir nedenden ötürü elektronun yükü protonunkiyle aynıdır: 1, 6 x 1019.

Protonun yükü gerçekte olduğundan biraz daha az olsaydı protonlar arası çekim şu an bildiğimizden çok daha güçlü olurdu ve bunlar daha sıkı bir biçimde bir araya gelirlerdi. Böyle bir durumda evrenimiz nasıl bir halde olurdu?

Eğer protonun yükü gerçekte olduğundan biraz daha az olsaydı, yıldızlar çekirdeklerindeki yakıtlarını hızlıca yakacak ve 100 milyon yıl içinde öleceklerdi. Böyle bir durumda ne gezegenimizin ne de evrenin bugünkü gibi olmayacağı ve canlılıktan bahis dahi edilemeyeceği çok açıktır. Sonsuz akıl sahibi olan Allah, bu değeri tam olması gerektiği gibi, yani 1, 6 x 1019 olarak belirlemiştir.

Nötronlar Kütlesinin Ne olması Gerektiğini Bilemezler

Nötronlar 1, 67 x 10-24 gram değerinde sabit bir kütleye sahiptirler. Eğer nötronun kütlesi bugün olduğundan % 2 daha fazla olsaydı nötronlar kısa süre içinde bozunuma uğrar ve atomlar kararsız bir yapıya sahip olurdu. Bu durumda yaşam için gerekli hiçbir element var olamaz, evrendeki tek element sadece hidrojen olurdu.

Diğer yandan, nötronun kütlesi normalde olduğundan çok daha az hafif olsaydı, bu sefer protonlar istikrarsız bir yapıya sahip olurlardı. Bu durumda protonların kütlesi çekirdek içindeki nötronların kütlesinden daha fazla olurdu ve protonlar bozunuma uğrayarak nötronlara dönüşürlerdi. Fizikçiler, nötronun kütlesini şimdi olduğundan binde 2 oranında az olması durumunda, bugünkü yapıda atomların var olmasının imkânsız olacağını söylemektedirler. Kısacası böyle bir durumda hayat diye bir şey de olmayacaktı.

Bütün bu son derece hassas dengeler hem makro âlemde hem de mikro âlemde Yaratıcı’nın sonsuz aklını gösterir. Her detay insanın aklının alamayacağı titizlikte ve güzellikte ince ince hesaplanmış ve mükemmel kâinat Allah tarafından yaratılmıştır…

Kaynak: http://www.atommucizesi.com/

İman ettiğini söyleyen biri üzüntüye kapılabilir mi?



İnsanların çeşitli olaylar nedeniyle sürekli üzüntüye kapıldıklarını görüyorum. En ufak bir sıkıntıda ağlıyor, isyan ediyor, hayata küsüyorlar. Bir insanın söylediği lafı günlerce düşünüyor, işyerinde birileriyle tartışıyor günlerce bunun sıkıntısını hissediyorlar. İnsanlara inanılmaz değer veriyor, onları razı etmeye uğraşıyor, bunun için çok büyük çaba sarf ediyorlar. Hâlbuki bütün insanlar Allah’ın kontrolündedir. Her insanın yaptığını da söylediğini de Allah yaratır. İşte iman eden insan ile iman etmeyen arasında bambaşka bir bakış açısı vardır. İman eden insan her olayda hayır görür, hep Allah’a teslimdir. İman etmeyen ise hayatı boyunca acı içinde kıvranır. İmansızlığının karşılığını yıllarca azap içinde yaşayarak alır. Ruhu daima fırtınalarla doludur. Üzüntüden üzüntüye, sıkıntıdan sıkıntıya sürüklenir. İman eden bir insan tevekkülle ve sabırla kalbi huzur içinde yaşarken iman etmeyen birbirinden zor sıkıntılarla boğuşur.

İman etmeyi hiçbir zaman kabul etmeyen insanların bu sıkıntıları yaşamaları normaldir. Peki iman edenlerin içlerinde sıkıntı duyması, olaylar karşısında üzüntüye kapılmaları makul müdür? Bunu şöyle açıklayabiliriz. İman eden insanlar da Allah korkusu ve derinlikleri açısından birbirlerinden farklıdırlar. Allah Kuran'da, "Allah katında onlar derece derecedir. Allah yaptıklarını görendir." (Al-i İmran Suresi, 163) ayetiyle bu gerçeği bildirir. Allah başka bir ayetinde de "Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak İslam (Müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir..." (Hucurat Suresi, 14) hükmüyle imanın henüz kalplerine yerleşmediği kimselerden bahsetmektedir. Başka bir ayette de "Sonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir." (Fatır Suresi, 32) hükmüyle inananlar arasında geride kalan, orta yolu tutan ya da öne geçen kimseler olabileceğine dikkat çekilir.

Kuran’da iman ettiğini söyleyen, fakat imanlarını zulümle karıştıran insanlardan bahsedilir. Bunun anlamı, insanın Allah’ın yüceliğini bildiği halde, Kuran’a uyması gerektiğini bildiği halde hala dinsiz insanların gösterdiği ahlaktan kurtulamamış olmasıdır. Bu insanlar imanı yaşamakla birlikte, nefisleriyle çatışan bir durumla karşılaştıklarında ya da zorlukla karşılaştıkları anlarda, Kuran ahlakına uygun bir tavır sergileyemezler. Tavırları dinsiz bir insanın tavrıyla çok benzeşir. Onlar gibi üzülür, yese kapılır, küser, alınır, kendi kendilerine sürekli zulmederler. Bütün olayların Allah’ın kontrolünde olduğunu, tevekkül etmeleri gerektiğini düşünmezler.

Böyle insanlardan söz ederken, akla sadece dinin hükümlerini açık açık reddeden, dine muhalif tavırlar gösteren insanlar gelmemelidir. Burada ele aldığımız kimseler, Kuran hükümlerinin pek çoğunu uygulayıp hayatlarının büyük bölümünde mümin tavrı gösterebilirler. Ancak bazı konular da vardır ki, bunların Kuran'a göre yanlış olduğunu anlamak istemeyebilir ya da bunu gereği gibi kavrayamamış olabilirler. Bazı insanlar Müslüman olarak yaşadıkları halde, bazı inanç ve davranışların Kuran'a muhalif olmadığını, helal ve haram olarak bildirilen konuları aşmadığını düşünebilirler. Örneğin birçok insan duygusallığın Kuran ahlakına uygun bir davranış olmadığını anlamaz ya da bunu anlamazlıktan gelir. Oysa duygusallık Kuran'a muhalif bir karakterdir ve Kuran'ın birçok ayetinde bu açıkça görülmektedir.

Sözgelimi bir yakının ölümü üzerine, Müslüman bir kişi onun yok olmadığını, sonsuz hayatı için yeni bir başlangıç yaptığını düşünür ve eğer bu yakını mümin ise onun için cenneti umarak sevinç duyar. Ayrıca ölüm Allah'ın bir takdiridir ve Allah her olay gibi ölümü de hayırla yaratır. Dolayısıyla mümin, bir yakını dahi olsa, onun ölümünde hayırlar olduğunu bilir, Allah'tan razı olduğunu gösteren bir tavır içerisinde olur. Ama birçok insan bu gerçeği bilmesine rağmen, bir yakınının ölümü ile cahiliye tavrı gösterebilmekte, duygusal davranarak aşırı tepkiler verebilmektedir.

Bu gibi tavır bozukluklarının Kuran ahlakı ile çatışan özellikler olduğunu düşünmeyen kimseler, bu davranışlarını sürdürmekte bir sakınca görmezler. Hayatlarının bazı anlarında, bunlara benzer cahiliye özellikleri taşıyarak, cahiliye insanlarının hayatına benzer bir hayat yaşarlar. Bu yüzden de müminlerin yaşamadığı ama cahiliye insanlarında görülen sıkıntıları yaşar, müminlerin aksine sık sık mutsuz olurlar.

Bu nedenle 'iman ediyorum' diyen her insanın, Allah'ın Kuran ile müminlere vaat ettiği 'dünyada ve ahirette güzel bir hayat yaşanması' özelliğinin kendisinde tecelli edip etmediğini, bu bilgiler doğrultusunda gözden geçirmesi gerekmektedir. Eğer hala hayatının belirli anlarında az da olsa mutsuzluklar, sıkıntılar, azaplar yer alıyorsa, bu hatırlatmaları üzerine almalıdır.

Bütün yaşamı boyunca azap ve sıkıntı çeken bir insan için ise çözüm , "... Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez..." (Bakara Suresi, 185) ayetiyle belirtildiği gibi çok kolaydır: İnsanın gizli ya da açık cahiliye ahlakından kalan her ne özelliği varsa bunları terk etmesi ve bunun yerine Kuran'a uygun davranması ana çözümdür. Allah'a iman eden ve Kuran'a uyan her mümin, Kuran'a daha samimi yaklaşmalı ve ayetlerde anlatılan mümin ahlakına ters düşecek her türlü tavır ya da düşünceden kurtulmalıdır; Kuran ile bildirilen gerçekleri sadece teorik olarak bilmeyi yeterli görmemeli, bunları pratik hayatta da her an hissetmeli ve yaşamalıdır; Allah'ın her yeri sarıp kuşattığını, insanın içinden geçen gizli saklı tüm niyetlerini bildiğini, gizli samimiyetsizlikleri de gördüğünü unutmamalıdır.

Kaynak: http://www.gizliazaplar.com/

Hz. Hızır Hakkında Bilinmeyenler Sırlar



Kuran’da bahsedilen Hz. Hızır ahir zamanda Hz. Mehdi’ye yardım edecektir. Hz. Hızır insan görünümünde de eşya görünümünde de olabilir. Şu anda kendisi Hz. Mehdi’ye yardım etmek üzere görevdedir. Hz. Hızır Allah tarafından İslam’ın hâkim olması için Hz. Mehdi’ye ve Hz. İsa’ya yardım etmek üzere görevlidir. Hz. Hızır zamana ve mekâna bağlı değildir. Her dönemde yaşar. Hz. Musa kıssasında Hz. Musa’ya yardım eden kişidir. Hz. Hızır kıssasında Hz. Musa’nın onunla birlikte yola çıktığı ve onun yaptıklarına çok şaşırdığından ve karşı çıktığından bahsedilir. Hz. Hızır yolda giderlerken bir gemiyi delmiş, bir çocuğu öldürmüştür. Daha sonra bir duvarı inşa etmiştir ve hepsinin hikmetini Hz. Musa’ya tek tek açıklamıştır. Hz. Hızır’ın her yaptığı işte bir hikmet vardır, çünkü Allah’ın ilhamıyla hareket eder. Olağanüstü yeteneklere sahip olan Hz. Hızır günümüzde de görevdedir ve yenilmesi mümkün değildir. Bugün kendisiyle ilgili birkaç sırrı sizlerle paylaşmak istiyorum:

Hz. Hızır duvarcı ustasıdır

"Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular." (Kehf Suresi, 77) Aynı zamanda bu duvar Hz. Süleyman'ın Mescidinin duvarıdır. Ona da işaret ediyor. Ki bildiğiniz gibi bu duvar yeniden inşa edilecektir. Mehdi tarafından Süleyman'ın Mescidi yeniden imar edilecektir. Rivayetlerde de belirtilmiştir. Ama bu ayette Hz. Hızır'ın bir özelliğini görüyoruz. "Hemen onu inşa etti". Duvarcı ustası, ne demektir? Mehdi aynı zamanda bütün masonlara da hâkim olacaktır. Yani hepsinin iman etmesine vesile olacaktır. Hepsinin Müslüman olmasına sebep olacak ve bütün duvarcı ustalarını da kendine tabi edecektir. Onlar yüzyıllardan beri, binlerce yıldan beri, binlerce yıldan beri Adonay'ı bekliyorlar. Onların lideri Adonay’dır. Yani onların efsanelerine göre Adon'dur onların lideri. Binlerce yıldan beri bekliyorlar."Hemen onu inşa etti. (Musa) Dedi ki: "Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin". Hâlbuki Hz. Hızır bu işi Allah rızası için yapıyor. Bir hikmetle yapıyor ve ücret almadan yapıyor, Mehdi’nin de özelliği hiçbir ücret istememesidir.

Hz. Hızır'dan kimler, neden korkarlar?

Şimdi. Hz. Hızır 'dan insanlar neden korkuyorlar biliyor musunuz? Kuran’a tabi olan Müslüman Hz. Hızır'dan korkmaz, Allah'tan korkar, Kuran'a göre hareket eder; dolayısıyla ölçüp tartarak hareket edeceği için ve şeriata göre davranacağı için, belirli şeyleri yapamaz. Fakat Hızır herhangi bir dine bağlı değildir. Dolayısıyla Kuran'a da bağlı değil, İncil'e bağlı değil, Tevrat'a bağlı değildir. Allah'tan ona özel bir şeriat indirilmiştir, ona bağlıdır. Mesela Hızır bir şey yapıyor, Kuran'a göre olmaması gereken bir şey yapıyor, ama yapıyor. Kuran'a göre kesinlikle olmaz, ama o kendi şeriatına göre olur. Kuran’da Hz. Hızır kıssasında Hızır’ın yaptığı ve Hz. Musa’nın şaşırdığı ve karşı çıktığı üç olaydan bahsediliyor.

Onun için insanlar bazen Hz. Hızır'ı çok acımasız buluyorlar. Akıl almaz derecede acımasız buluyorlar. Ve nerede, ne zaman, ne yapacağını bilmedikleri için ve nerde ne zaman neye karşılık vereceklerini bilmedikleri için ve hiçbir zaman için tespit edemedikleri için Hz. Hızır’ı, bundan çekiniyorlar. Tutulması, alıkonması, yakalanması mümkün olmayan bir insandır Hz. Hızır. Ne zaman nerede çıkacağı ortaya belli olmaz; ne zaman nerede aniden kaybolacağı da belli olmaz. Ve Kuran'a da tabi değildir, kendi şeriatına tabidir. Kendi şeriatına göre doğru bulduğunu da yapar, yaptığında da karşısındakini perişan eder. Ve hiçbir şekilde de karşıdaki kişi karşı koyamaz.

Hızır'ın da bunu yaparken ölçüsü şudur; Hz. Hızır Allah'ın veli kullarına zarar gelmesine izin vermez. Buna çok titizdir, bununla görevlendirilmiştir. İyileri korur, kötüleri de etkisiz hale getirir. Dine, İslam'a zarar vereceğinden emin olduğu kişileri etkisiz hale getirir. Ya da bir cismi de etkisiz hale getirir; bir şey yapamayacak hale getirir. Müslüman'ın da sürekli yolunu açar, mesela Mehdi’nin, Hz. İsa’nın yolunu açar. Deccal'in en çok korktuğu şey Hızır'dır. Deccal, Mehdi’den korkmaz, Hz. İsa'dan da korkmaz ama Hızır'ı gördü mü kanı iliği çekilir. Hızır'ı tanır bilir. Mehdi çok şefkatli, merhametlidir ve mazlumdur. Kuran'a çok titizdir. Ondan bir zarar gelmeyeceğini bilirler. Ama Mehdi ile uğraşanları, Hz. İsa ile uğraşanları, Hz. Hızır düşman bilir. Gizli, açık mutlaka tespit eder. Hz. Hızır ile ilgili bilinmeyen sırları sizlere anlatmaya devam edeceğim.

Kaynak: (mehdi-deccal-masonluk.com)

5 Nisan 2010 Pazartesi

Radyodan Kuran Dinleyin…



Bugün Milliyet blog yazarlarıyla çok faydalı bir internet adresi paylaşmak istiyorum. İstediğiniz her yerde radyodan Kuran dinleyebilirsiniz. http://www.radyofeza.com/ internet adresinden bilgisayarınızdan 97,4 frekansından da radyodan dinleyebilirsiniz. Hepimiz gün içinde çok koşturuyoruz, bazen akşam çok geç saatlerde eve dönebiliyoruz. Fakat hepimizin Kuran okumaya ve ayetler üzerinde düşünmeye ihtiyacımız var. Bu yüzden radyodan ve internetten Kuran dinlemek çok güzel bir imkân. Öğlen yemek yerken, serviste giderken, arabanızla eve dönerken, yürüyüş yaparken dilediğiniz yerde Kuran dinleyebilirsiniz. Bu siteyi arkadaşlarınıza ve akrabalarınıza da önerip onların da faydalanmasını sağlayabilirsiniz. Ayrıca yine görme özürlü olan tanıdıklarınız ve okumakta zorlanan yaşlılar da yine cep telefonundan dinleyebilirler.

http://www.radyofeza.com/

Darwinistlere Sorun- Video



21. Yüzyılda gelişen bilim sayesinde evrimcilere soracak yüzlerce soru var. Artık insanlar körü körüne evrime inanmıyorlar, okuyor, araştırıyor, öğreniyorlar. Şimdi evrimcilerin cevaplaması gereken yüzlerce soru var. Bugün sizlerle bu konuda hazırlanmış çok güzel bir videoyu paylaşmak istiyorum, sorular çok güzel resimlerle özenle hazırlanmış. http://vimeo.com/9777595 adresinden ziyaret edebilirsiniz.

Artık hem lise öğrencileri, hem üniversite öğrencileri, hem de halkımız evrim konusunda son derece bilinçliler. Delilleri gördükçe kâinattaki muhteşem canlıların asla evrim geçirerek tesadüflerle oluşamayacağını anlıyorlar ve şu soruları soruyorlar. 300 milyon fosil var, neden tek bir ara fosil yok, tek bir protein tesadüfen oluşamıyorsa canlılık nasıl oluşsun, milyonlarca yaşayan fosil var, canlılar hiç değişmemiş, o zaman evrim teorisi nasıl gerçek olsun, mutasyonlar canlılara hiç fayda sağlamazken canlılar nasıl evrim geçirebilir, yıllarca ara fosil olarak öne sürülen coelacanth canlı canlı yüzerken bulunmadı mı, daha böyle yüzlerce soruya evrimciler cevap vermek zorundalar. Artık körü körüne inanmak yok. Bilimin ışığında incelemek, öğrenmek ve sorgulamak var. Evrimciler de zaten bu gerçeğin farkındalar. Şu anda derin bir sessizlik hâkim. Yaratılışçıların karşısına çıkmaya çekiniyorlar, tek bir ara fosil gösteremiyorlar. Çok kısa bir süre sonra evrim teorisine inanan yeryüzünde hiç kimse kalmayacak. Böylece yüzyılın bu büyük yanılgısı tam anlamıyla tarihe gömülecek, hep birlikte göreceğiz.

Kaynak: www.darwinistleresorun.com

Taha Akyol’un Programında Hz. Mehdi Gelmeyecek Diye Çırpınanlar



Dün akşam seyrettiniz mi bilmiyorum ama Taha Akyol’un sunduğu Eğrisi Doğrusu isimli programda tartışılan konu Hz. Mehdi’ydi. Taha Akyol katılan konuklara Hz. Mehdi’nin gelip gelmeyeceğini, bazı insanların Hz. Mehdi olduğunu söyleyerek insanları kandırdığını sordu. Katılan konuklarda kesinlikle bu yüzyılda Hz. Mehdi’nin gelmeyeceğini, bu konuda hiç sahih hadis olmadığını, Kuran’da Hz. Mehdi’ye bakan hiç ayet olmadığını söylediler. Bunun üzerine programı seyreden halktan sorular yağmaya başladı ve sorular karşısında konuklar renkten renge girmeye başladılar.

Öncelikle peygamberimizin dünyanın 7000 yıllık ömrü olduğunu ve 5600 yılının geçtiği, bizim son 1400 yılda olduğumuz soruldu. Hz. Mehdi’nin gelişi için zaten çok az bir zaman kaldığı dile getirildi. Konukların bu konuda hiç bilgisi yoktu. Daha sonra birçok İslam aliminin (Suyuti, Buhari, Tırmizi gibi) Hz. Mehdi’den bahsettiği bildirildi, konuklar bunu da inkar ettiler. Tabii onların inkâr etmesi yüzlerce sahih hadis olduğu gerçeğini değiştirmez. Hz. Mehdi’yi inkâr eden İslam âlimi var mı sorusuna da hiçbir cevap veremediler. İslam’ın hakim olacağı konusuna korkularından hiç girmediler.

Bu tür programlar halkın Hz. Mehdi hakkında ne kadar bilinçlendiğini gösteriyor. İslam âlimleri Hz. Mehdi ile ilgili o kadar çok bilgi vermişler, peygamberimiz Hz. Mehdi’yi o kadar detaylı anlatmıştır ki, bir insan hakkında bu kadar detay olması son derece şaşırtıcıdır. Katılan konukların haberi yoksa http://www.kutubisittedemehdiveisa.com/ bu siteden bütün İslam âlimlerinin Hz. Mehdi ile ilgili görüşlerini okuyabilirler. Hz. Mehdi ayrıca Tevrat’ta ve İncil’de de çok detaylı tarif edilmektedir. Kuran’da Nur Suresi 55 ayetinde İslam hâkimiyeti müjdelenir. İslam’ı tüm dünyaya hâkim edecek kişi Hz. Mehdi ve Hz. İsa’dır.

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

Taha Akyol, Hz. Mehdi ile ilgili program yapacaksa gerçekten bu konu hakkında çok bilgili, Kuran’a ve hadislere hâkim kişileri programa çıkartmalı diye düşünüyorum. Çünkü bu şekilde olduğu takdirde halk çok daha bilgili olduğundan program eğitici olmaktan oldukça uzak olup tam tersine insanlara çok yanlış bilgiler aktarılan bir programa dönüşüyor. En azından programa katılan konuklara tavsiye ettiğim siteyi ziyaret ederek bilgilerini arttırmalarını tavsiye ediyorum. Ayrıca Taha Akyol da bu siteyi ziyaret edip hadisleri incelerse gerçekleri göreceğini düşünüyorum. Halkımızın Hz. Mehdi konusunda bu kadar bilinçli olduğunu görmenin de son derece sevindirici olduğunu eklemek istiyorum…

Kaynak: www.hazretimehdi.com, http://www.kutubisittedemehdiveisa.com/

2 Nisan 2010 Cuma

Dünyayı Kasıp Kavuran Ekonomik Kriz İçin Neler Yapabiliriz?



Türkiye’yi de içine alan dünya çapındaki ekonomik kriz insanları derinden etkiliyor. Türkiye’deki yoksul vatandaşlarımızın bu krizden çok fazla etkilenmemeleri, insanların sokakta kalmamaları, çoluk çocuklarının açlığa terk edilmemesi için acil önlemler alınması gerekiyor. Devlet bu yönde attığı olumlu adımlar atıyor, bunlardan biri de yoksul vatandaşlarımıza bedava süt dağıtılması…

Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı (SYDV) tarafından dağıtılan gıda paketleri içerisine süt de konacağını açıkladı. İllerde SYDV’nin düzenli bir şekilde Türkiye'de 100 binlerce vatandaşa gıda paketleri dağıttığını hatırlatan Bakan Eker, “Bu yardım paketlerine de süt konmak suretiyle hem yoksul vatandaşlarımızın süt tüketimini artırmak, hem daha sağlıklı beslenmelerine yardımcı olmak, hem de süt üretimini teşvik etmek ve hatta sütün işlenmesini teşvik etmeye yardımcı olacak bir mekanizma kurduk. Bu iki tedbir son haftalarda süt üreticileriyle ilgili hatta süt sanayicileriyle ilgili önemli iki tedbirdir. Bunları şu anda hayata geçirdik” diye konuştu.

Yoksullara bedava süt dağıtılması son derece olumlu bir gelişme. Hatırlarsanız diğer yazılarımda Türkiye’yi de içine alan bu büyük krizde yoksullar için bedava marketler kurulması gerektiğini yazmıştım. Böylece satın alma imkanı olmayan vatandaşlarımız kolaylıkla gidip bu marketlerden ihtiyaçlarını karşılayabilirler. Bu marketlerin her ilde binlerce sayıda kurulması gerek. Bütün milletimiz bu bedava marketleri destekler, devlet kursun mahallelere bedava marketleri, mesela halkımızın fazla bir elbisesi vardır götürür verir, fazla yiyeceği vardır, götürür verir. Oradan da ihtiyacı olan fakirlere dağıtılır. Bu çok güçlü bir sosyal tedbir olur ve bu gelişme bütün millete huzur verir. Böylece hepimiz vicdanen de rahat ederiz, sosyal yönden de çok güzel bir denge oluşur. Bu kargaşayı da önler, halk huzur içinde gidip ihtiyacını alır. Kamyonlardan halkın üzerine ekmek fırlatma gibi iptidai yönetmelerin uygulanması hem çok yanlış hem de ahlaka hiç uygun olmayan hareketlerdir. Bedava marketler insanlara bereket de getirir, her şeyin üstünde çok sevap kazanacakları bir çalışma olur.

Fakir halka maaşlarına zam yaparak alışverişi arttırmak mümkün olabilir, yani piyasa hareketlendirebilir. Özellikle lüks üretim yapan yerlere para aktarımı değil de, halka para aktarımı yapmak çok daha doğru bir çözüm olur. Tabi Türkiye’mizde insanların Kuran ahlakına göre zekat, sadakada daha titiz olmaları, bol bol kardeşlerine kendi imkanlarını dağıtmaları, onlara malla, parayla, yiyecekle bol bol yardım etmeleri, borçlu olanların borçlarını affetmeleri gerekiyor. Çünkü Kuran’da borcun affedilmesi bir ibadet olarak belirtiliyor, yani illa borcunu öde diye fakir insanların yakasına yapışılması doğru değil, bundan insanların biran önce vazgeçilmesi lazım.

Ekonomik krizin nedeni insanların materyalizm batağına saplanıp iyice bencillik ve hırs batağına saplanmış olmalarıdır. Bu son derece eğitimli insanlar kendilerince çok akılcı olduklarını, çok iyi teknik detaylara sahip olduklarını iddia ediyorlardı. Ama gördüğünüz gibi ekonomide tam anlamıyla büyük bir tufan başladı ve şimdi hiçbir şekilde de durduramıyorlar. Nerede bunların ekonomistleri, profesörleri, bankaları, para basma makineleri, altın depoları? Niye durduramıyorlar? Durduramazlar. Çünkü asıl insana yatırım yapmadılar. Altına, paraya yatırım yapmayla bu işler olmaz. Binaya, gökdelenlere yatırım yapmakla olmaz... Bunun çözümü insana yatırım yapmaktır. Egoistlikten, bencillikten insanların uzak durması, son derece samimi olması, Allah korkusu, Allah sevgisi, coşkun bir muhabbet, kardeşlik bağı, fakirlere karşı sevgi, acıma ve merhamet duygusunun gelişmesi, bunlarla çözüm olur. Yoksa egoistliğin, bencilliğin hakim olduğu bir dünyada gece gündüz darphaneler para bassa, gece gündüz ekonomistler sabaha kadar çalışsalar hiçbir netice alamazlar. Bu tufanını durduramazlar ve durduramıyorlar. Yıllarca durduramadıklarını da görecekler...

Ekonomik krizin ana nedeni ahlaki krizdir. Bu derin ahlaki krizden ekonomik kriz oluştu. Ahlaki kriz kalkmadan ekonomik kriz kalkmaz. Bu da bencilliğin ortadan kalkmasıdır. Yani hırs, para tutma hırsı, fakirlere acımamak, kendi merkezli yaşamak, ben merkezli yaşamak. Bu şekilde yaşamak olmaz. Müslümanlıkta cömertlik vardır, fakirleri koruyup kollamak vardır, şefkat, merhamet vardır. Allah’a tevekkül vardır, haline şükretmek vardır. İnsanlar bunun dışında israfta akıl almaz bir savurganlığa gidiyorlar ve müthiş bir bencillik var yani parayı tutma hırsı var. Bu durumda para kasıldı mı çalışma hayatı da kasılıyor. Fabrikaların üretimi de duruyor. İnsanlar korkudan mal almaktan vazgeçiyorlar, üretici de mal üretmekten vazgeçiyor. Fakirlere para vermeyi, onlara, işçilere zam yapmayı büyük bir felaket gibi görüyorlar. İnsanlar böyle ahlakla yaşamaya devam ettikçe bu acılar dinmez.

Kuran’da bildirildiği gibi bu büyük ekonomik krizde herkesin kendi imkanları ölçüsünde yoksullara yardım etmesi gerekiyor:

Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir." (Bakara Suresi / 215)

Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi / 22)


Öyleyse yakınlara hakkını ver, yoksula da, yolcuya da. Allah'ın yüzünü (rızasını) isteyenler için bu daha hayırlıdır ve felaha erenler onlardır. (Rum Suresi / 38)

Hiç kimse unutmasın ki bu ekonomik krizde kimin yoksul duruma düşeceği, kimin evsiz, barksız sokakta kalacağı hiç belli olmaz. Gördüğünüz gibi Amerika’da dünyaca ünlü şirketler bir günde batıyorlar. Bu yüzden kimse kendisini garantide görmesin. Yoksulluk ve açlık size gelmeden bu durumda olan insanlara mutlaka yardım eli uzatın. Bu konuda yardımı ilk başlatan siz olun, işyerinizde, çevrenizde gördüğünüz muhtaç birine yardım eli uzatın, devletin bedava marketler açmasını teşvik edin, sakın ‘benim yardımımla ne olur’ demeyin. Herşeyi devletten beklemek doğru olmaz. Siz yardım eli uzatarak çok fazla kişiye örnek olabilir, çok fazla kişiyi teşvik edebilirsiniz. Sonuç olarak tek bir insana yardım elini uzatsanız bile o insan için bunun ne kadar önemli olacağını aklınızdan çıkarmayın. Bu ekonomik krizde oturup seyreden değil vicdanıyla hareket eden insanlardan olun…

Evrimciler bunalımda mı?



İşte son bomba! Evrimciler orangutanların gülme sesi çıkartmasından bu canlıların insanın atası olduğu sonucuna varmışlar! Evrimciler önce atalarımız mikrop dediler, sonra fare, sonra Lemur, şimdi de orangutan diyorlar!!! Açıkçası evrimcilerin insanın atası ile ilgili sürekli yeni iddialar ortaya atmaları derin bir bunalımda olukları izlenimini veriyor insana…

Şimdi evrimciler bu hayali iddiaları ortaya atınca benim de bunları çürütmekten başka çarem kalmıyor, şimdi atalarımız orangutan iddiasını çürütecek başka deliller vereyim ancak bu delillerle evrimcilerin bunalımları daha da artabilir: evrimciler benzerlik arıyorlarsa, orangutanların dişleri de insana benziyor, başlarının ön kısmında onların da iki gözü var, ön tarafta bir de burunları var, tıpkı insanlardaki gibi! İki yanda kulakları var, iki tane de kolları var. Yemek yiyorlar, hareket ediyorlar. Tıpkı insanlar gibi onlar da su içiyor, temizleniyorlar. Onların da insanlar gibi tırnakları var, elleri de insana benziyor.

Bir de üstüne üstlük GÜLME SESİ ÇIKARIYORLAR!

Orangutanlarla bu kadar fazla benzerlik varken yalnızca gülme sesini kafalarına takmaları, evrimcilerin açıkçası bunalıma girdiklerini açıkça gösteriyor. Evrimcilerin kendi hayali mantıklarına göre asıl yukarıda saydığım bu benzerliklerden yola çıkmaları ve iddia ettikleri hayali evrime asıl bu benzerlikleri güya delil göstermeleri gerekirdi. Ama şu an, bütün evrimci yayınları ayaklandırarak, bir orangutan yavrusunun gıdıklanınca gülmesini bu hayali iddiaya delil göstermeye çalışıyorlar.İşte bu, Darwinistlerin çok ciddi bir çıkmazda olduğunu tüm dünyaya gösteriyor.

Evrimcilerin kavrayamadıkları gerçek şu: Bir canlı, insana ne kadar benzerse, insanın o kadar hoşuna gider. Çünkü insan, Allah’ın Kuran’da belirttiği gibi, en güzel surette yaratılmıştır. İnsanda yaratılan bu güzel özelliklerin başka canlılarda tecelli etmesi, insan için bir nimettir. Bu benzerlik bir böcekte, bir kelebekte olsa bile insan bundan zevk duyar. Allah’ın bazı canlıları insana benzer şekilde yaratmasının sırrı budur. Allah'ın bu benzerlikleri yaratmasındaki hikmetlerden biri de, nimetlerden zevk alan şuur ve bilinç sahibi insanlara, canlılılardaki güzelliği ve nimetleri göstermesidir. Allah’ın bir hayvanı güldürmesi mucizedir. Çünkü hayvanların şuuru kapalıdır, varlıklarının farkında değildirler. Bir canlının şuuru kapalı olduğu halde eğlenmesi, neşelenmesi, gülmesi, şefkati, merhameti bilmesi, çocuğunu koruması, temizliğe titiz olması, kendisini de yavrusunu da korumayı bilmesi, tedbirli davranması Allah’ın yarattığı üstün bir güzellik, çok büyük bir nimettir ve bu özelliklerin tümü, Darwinistler tarafından açıklanamamaktadır. Darwinistlerin Allah’ın özel olarak yarattığı bu benzerliği hiçbir bilimsel delil sunmaksızın, hayali evrime delil olarak göstermeye çalışmaları yaşadıkları büyük bunalımın göstergesidir.

Evrimcilerin hayali evrim teorisini ısrarla savunmak için böyle komik iddialar ortaya atmaları inanılır gibi değil. Evrim adını verdikleri hayali iddialara bir delil getireceklerse, hayali maymun ataların varlığı iddiasını, bilimsel delillerle anlatmalıdırlar. Gerçek, somut ve ilmi delillerle ispatlamalılar. Örneğin bu iddialarıyla ilgili ara fosil getirmeliler. Bilimsel delil budur. Fakat Darwinistler elbette evrimi ispatlayan tek bir delil bile getiremeyip, bir tane bile ara fosil gösterememektedirler. Çünkü bu teori, tam anlamıyla hayali bir teoridir. İşte bu sebeple, Darwinistlerin sürekli olarak delil diye kullandıkları tek şey Allah'ın muhteşem sanatı olan canlıların insana benzerliğidir.

Açıkçası ben evrimcilerin insanın atası ile ilgili bundan sonra hangi komik iddiayı ortaya atacaklarını çok merak ediyorum. Bukalemun mu, sinek mi, zürafa mı yoksa kurbağa mı? Sizce hangisi? En çok merak ettiğim şeylerden biri de acaba hala bu masala inanan insan kaldı mı şu dünyada? Çünkü aklı başında olan her insan bu muhteşem kainatın ancak Alalh’ın üstün gücüyle ve kudretiyle yaratıldığını görür, eğer göremiyorsa kendisinde büyük bir problem vardır diye düşünüyorum…

Kaynak: http://www.evrimteorisi.info/

Çağın hastalıkları stres ve depresyondan kendinizi nasıl kurtaracaksınız?



Günümüzde yaşadığı olaylar karşısında strese girmeyen, panik atak geçirmeyen, depresyona girmeyen insan neredeyse yok gibi… Hatta depresyona girme yaşı o kadar düştü ki, daha üniversite çağına gelmemiş gençlerin çoğunun bunalıma ve ağır depresyona girdiklerine şahit oluyoruz. Peki bu insanlar neden karşılaştıkları sorunlara yeniliyorlar, neden bu sorunları akılcı ve mantıklı bir şekilde çözemiyorlar? Neden kendilerini bırakıp, ilaçların arkasına sığınıp yalnızlığa gömülüyorlar?

Bunun nedeni diğer yazılarımda da belirttiğim gibi insanların din ahlakını yaşamamaları, Allah'a güvenip teslim olmamaları, her olayı kendilerinin kontrol edeceği yanılgısına düşmeleridir. Bu yüzden dünyada yaşayan milyarlarca insan sürekli üzütü, sıkıntı ve stres içinde yaşar. Bu yüzden psikolojik kökenli pek çok hastalığa yakalanırlar, vücutları çok hızlı yıpranır, kısa sürede yaşlanıp çökerler. Yaşadıkları ruhsal sıkıntının etkisi bedenlerinin her noktasında kendisini gösterir.

İnançlı insanlar ise psikolojik yönden sağlıklı oldukları, strese, üzüntüye, ümitsizliğe kapılmadıkları için bedenen de daha sağlıklı ve dinç kalırlar. Allah'a tevekkül etmelerinin, güvenip dayanmalarının, herşeye hayır gözüyle bakmalarının, Allah'ın kendilerine olan güzel vaat ve müjdelerinin sevincini sürekli içlerinde taşımanın olumlu etkisi, fiziksel özelliklerine de yansır. Tabii ki bu durum, dini tam anlamıyla kavrayan ve vicdanını tam kullanarak, Kuran ahlakını hakkıyla yaşayan kimseler için geçerlidir. Elbette ki onlar da hastalıklara yakalanır ve doğal olarak yaşlanırlar, ancak bu durum diğerleri gibi psikolojik kaynaklı bir çöküntü şeklinde değildir.

Günümüzde çağın hastalıkları olarak isimlendirilen "stres ve depresyon", kişiye yalnızca psikolojik olarak zarar vermekle kalmayıp, bedeninde de fiziksel olarak çeşitli etkilerle kendisini göstermektedir. Stres ve depresyona bağlı olarak meydana gelen rahatsızlıkların başlıcaları, bazı akıl hastalıkları, uyuşturucu madde bağımlılıkları, uykusuzluk, deri, mide, tansiyon hastalıkları, nezle, migren, kemiklerle ilgili birtakım hastalıklar, böbrek dengesizliği, solunum bozuklukları, alerjiler, kalp krizi, beyinde büyüme meydana gelmesi gibi sorunlardır. Tabii ki tüm bu hastalıkların oluşma sebebi, her zaman stres veya depresyon olmayabilir. Fakat bilimsel olarak da ispatlandığı gibi bunların çıkış noktası çoğu kez psikolojik kaynaklıdır.

İnsanlar arasında çok yaygın olarak görülen "stres", korku, güvensizlik, umutsuzluk, aşırı heyecan, endişe, baskı gibi duyguların, vücuttaki dengeyi bozarak bedende oluşturduğu genel bir gerilim durumudur. İnsanlar strese girdikleri zaman, vücutları buna tepki gösterir ve alarma geçer. Vücutta çeşitli biyokimyasal reaksiyonlar başlar: Kandaki adrenalin seviyesi yükselir; enerji tüketimi ve vücut reaksiyonları maksimum seviyeye çıkar; şeker, kolesterol ve yağ asitleri kana bırakılır; kan basıncı artar ve kalp atışı hızlanır. Glikoz (şeker) beyne yönlendirildiğinde kolesterol miktarı yükselir, bu da vücut için tehlike anlamına gelir.


Özellikle kronik stres, vücut fonksiyonlarını değiştirdiğinden, çok büyük zararlara sebep olabilir. Stres nedeniyle vücuttaki adrenalin ve kortizol miktarı normal olmayan bir şekilde yükselir. Uzun süreli streste, kortizol hormonunun yükselmesi, bazı hastalıkların -örneğin şeker hastalığı, kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, kanser, ülser, solunum hastalıkları, egzama ve sedef gibi deri hastalıkları, bağışıklık sistemine bağlı rahatsızlıklar- erken yaşta ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Kortizol yüksekliğinin beyindeki hücreleri öldürmeye kadar varan etkileri bulunmaktadır. Stresin sebep olduğu rahatsızlıklar bir kaynakta şöyle ifade edilmektedir:

Stres ve stresin doğurduğu gerginlik ve ağrı arasında önemli bir ilişki vardır. Stresin sebep olduğu gerginlik, damarların daralmasına, kafanın belirli bölgelerine giden kan akımının bozulmasına ve o bölgeye giden kanın bir hayli azalmasına yol açar. Diğer taraftan bir dokunun kansız kalması doğrudan ağrıya sebep olur. Çünkü muhtemelen bir taraftan gergin dokunun daha çok oksijene ihtiyaç göstermesi, diğer taraftan dokunun zaten yetersiz kanla beslenmesi özel ağrı alıcılarını uyarır. Bu arada adrenalin ve noradrenalin gibi stres sırasında sinir sistemini etkileyen maddeler de salgılanmış olur. Bunlar da doğrudan veya dolaylı olarak kasların gerginliğini artırır ve hızlandırır. Böylece ağrı gerginliğe, gerginlik kaygıya, kaygı da ağrının şiddetlenmesine yol açar. (Acar Baltaş, Zuhal Baltaş, Stres ve Başa Çıkma Yolları, Remzi Kitabevi, 15. basım, s. 162.)

Ancak stresin yol açtığı en ciddi hastalıklardan birisi kalp krizidir. Araştırmalar, agresif, telaşlı, endişeli, sabırsız, rekabetçi, kindar, asabi insanların kalp krizi oranlarının, bu davranışları az gösteren insanlardan daha fazla olduğunu göstermektedir. (Jane E. Brody, "Tool of survival is deadly for heart", The New York Times, 23 Mayıs 2002;) Bunun sebebi ise şöyledir:

Hipotalamus'un başlattığı, sempatik sinir sisteminin aşırı uyarılması aynı zamanda aşırı insülin salgılanmasına ve dolayısıyla bu insülinin kanda birikmesine sebep olur. İşte bu durum sağlık açısından hayati önem taşımaktadır. Çünkü, koroner damar hastalığına yol açan şartların hiçbiri, kandaki fazla miktardaki insülin kadar kesin ve yıkıcı bir rol oynamaz. (Acar Baltaş, Zuhal Baltaş, Stres ve Başa Çıkma Yolları, Remzi Kitabevi, 15. basım, s. 159.)

Bilim adamları, stres derecesi ne kadar yüksekse, kandaki akyuvarların tepkisinin o kadar zayıfladığını ifade etmektedirler. Oxford Üniversitesi Teknoloji Transferi Bölümü'nde görevli Linda Naylor başkanlığındaki ekibin geliştirdiği test sayesinde, stres derecesinin bağışıklık sistemi üzerindeki bu olumsuz etkisi ölçülebilmektedir.

Stresle, bağışıklık sistemi arasında da yakın bir ilişki vardır. Fizyolojik stres, bağışıklık sistemi üzerinde önemli bir etki yapar ve bağışıklık sistemini çökertmeye çalışır. Stres altında olan beyin, vücutta kortizol hormonu üretimini artırır ve bağışıklık sistemini zayıflatır. Diğer bir deyişle beyin, bağışıklık sistemi ve hormonlar birbirleriyle ilişki içindedirler. Bu konuda uzmanlar şöyle demektedir:

Psikolojik veya fiziksel stres konusundaki çalışmalar uzun süren yoğun bir stresle karşılaşıldığı zaman hormonal dengeye bağlı olarak bağışıklık cevabında bir düşüş olduğunu ortaya koymuştur. Kanser dahil birçok hastalığın ortaya çıkış ve şiddetinin hayat stresleriyle ilişkili olduğu bilinmektedir. (Acar Baltaş, Zuhal Baltaş, Stres ve Başa Çıkma Yolları, Remzi Kitabevi, 15. basım, s. 169.)

Kısacası, stres insanın doğal dengesini bozan bir durumdur. Bu olağanüstü durumun süreklilik göstermesi vücut sağlığını bozarak, çok çeşitli rahatsızlıklara yol açar. Uzmanlar, stresin insan vücudu üzerindeki olumsuz etkilerini şu temel maddeler altında toplamaktadırlar:

Kaygı ve Panik: İşlerin kontrolden çıktığı hissine kapılma
Sürekli artan terleme
Ses değişmesi: Kekeleme, titreyerek konuşma
Hiperaktiflik: Ani enerji patlamaları, zayıf diabet kontrolü
Uyumada zorluk çekmek: Kabus görme
Deri hastalıkları: Sivilce, akne, ateş, sedef hastalığı ve egzama
Gastrointestinal belirtiler: Hazımsızlık, mide bulantısı, ülser
Kas tansiyonları: Gıcırdayan veya kenetlenen dişler, çenede ağrı, sırt, boyun ve omuzlarda ağrı
Düşük dereceli enfeksiyonlar: Nezle vb.
Migren
Hızlı kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, yüksek tansiyon
Böbrek dengesizliği, su tutma
Solunum bozuklukları, kısa nefesler
Alerjiler
Eklem yerleri ağrısı
Ağız ve boğaz kuruluğu
Kalp krizi
Bağışıklık sisteminin zayıflaması
Beyin bölgesinde küçülme
Kendini suçlu hissetme, kendine güvensizlik
Kafa karışıklığı, doğru yorumlar yapamama, iyi düşünememe, zayıf hafıza
Aşırı kötümserlik, herşeyin kötüye gideceğine inanma
Kıpırdamadan bir yerde durmada zorluk çekme, mutlaka tempo tutma
Konsantre olamama veya konsantrasyon zorluğu çekme
Sinirlilik, alınganlık
Mantıksızlık
Kendini yardımsız, umutsuz hissetme
Artan veya azalan iştah
Din ahlakından uzak yaşayan kimselerin "stres" denilen sıkıntı ile yaşamaları Allah'ın Kuran'da bildirdiği bir durumdur:

"Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır..." (Taha Suresi, 124)

Bir başka ayette ise Allah "... bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun dışında (yine) Allah'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar..." şeklinde buyurmaktadır. (Tevbe Suresi, 118)

Bu sıkıntılı -günümüz ifadesiyle stresli- yaşam, iman etmeyenlerin, imanın kazandırdığı güzel ahlaktan uzak yaşamalarının sonucudur. Bugün doktorlar, stresin etkilerinden korunmak için huzurlu ve sakin bir yapıya, rahat, güvenli ve endişelerden uzak bir psikolojiye sahip olunması gerektiğini ifade etmektedirler. Huzurlu ve rahat bir psikoloji ise, ancak Kuran'ın yaşanmasıyla mümkündür. Nitekim Kuran'da Allah pek çok ayette iman edenlerin üzerine "güven duygusu ve huzur" indirdiğini bildirmektedir. (Bakara Suresi, 248; Tevbe Suresi 26, 40; Fetih Suresi, 4, 18) Rabbimiz'in iman eden kulları için vaadi ise bir ayette şöyle bildirilmektedir:

Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)

"Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır..." (Taha Suresi, 124)


Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (En'am Suresi, 125)

Açıkça görebileceğiniz gibi insan ancak Allah’a iman ederse, Kuran ahlakına uygun bir ahlak gösterirse, yalnızca Allah’a dayanıp güvenirse dünya hayatında huzurlu ve mutlu olabilir. Allah’a tevekkül etmeyi bilmeyen, kaderini izlediğini düşünmeyen, her olayı kontrol edebileceğini düşünüp bir türlü kontrol edemediğini gören bir insanın huzurlu ve mutlu olması mümkün değildir. İnançsız olan bir insan gün içinde ters giden en ufak bir şeyde üzüntüye kapılacak, karşılaştığı zorluklar onu ağlamaya, isyana, paniğe ve ardından depresyona sürükleyecektir. Halbuki insanın dünyada imtihan olduğunu bilmesi olaylara bakış açısını tamamen değiştirir, insan zorlukla karşılaştığında hemen Allah’a yönelip şükreder ve bunun sevabını kazanır, güzellikle karşılaşınca yine şükreder.

Her zaman söylüyorum, bu dünyada her zaman sizin istekleriniz doğru demek değildir, Allah size en hayırlısını verir. Siz o anda hayrını görmüyor olabilirsiniz ama eğer Allah’a yakın olursanız bunun hikmetini kavrarsınız. Bu yüzden olaylar karşısında daima olumlu düşünün, tevekküllü olun ve kaderinizin en güzel şekilde yaratıldığını bilin. Aksi taktirde sürekli strese ve bunalıma giren, en küçük bir olayla karşılaştığında günlerce yatağından çıkmayan ve sonunda depresyon batağına saplanan insanlardan olursunuz.

Hayata dair güzel sözler…



Peygamberimizin hadisleri ve İslam alimlerinin sözleri çok hikmetli ve üzerinde düşünüldüğünde insanın ruhuna son derece hitap eden, insanın ahlakını güzelleştiren, insanı derinleştiren ve Allah’a daha çok yaklaştıran sözler… Bu sözlerden birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum. Mutlaka bu sözler üzerinde düşünmek, akletmek ve öğüt almak gerekir diye düşünüyorum.

Yukarıya çıkıp dünyaya oradan bakarsan, dünya küçülür ve sen tamamını görürsün... Daha fazla yükseldiğinde ise dünya artık görünmez olur. Dünya ve dünya hayatı "yokolacak" tır.

Samimiyet, ağzın söylediğini, kalbin ve beynin onaylamasıdır.

Sağlıklı olmak için iman edilmez, iman edildiği için sağlıklı olunur.

Nefsini gömen insanın üstüne bereket yağmuru yağar, diğeri uyarılıp korkutulanların yağmuru olur.

Beyninin tamamı Allah ile dolu olmayan insan, orada şeytana da yer ayırmış demektir.

Dünyada hak arama telaşında olan insanın, asıl ahirette Hak'kın karşısına çıktığı zaman ne yapacağını düşünmesi gerekir.

Eğer imtihan oluyorsanız, bu, Allah’ın sizi unutmadığının müjdesidir.

Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur.Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse affa layık olur.

İbadette gençlik kuvvetini sarf etmenin sonucu, cennette ebedi gençliktir.

İnsanlar birbirine sevgi göstermelidir; sevgi göstermeyen ne kazanır, gösteren ne kaybeder?

Bir insanda görülen ameller ve takvadan başka, bir de onun cevher gibi güzel olan gizli amel ve takvası vardır.

İyiliği gizlemek, kötülüğü gizlemekten daha üstündür.

Güzel konuşmanın sırrı, lüzumsuz sözleri terk etmektir.

Güzel ahlak; bağışlayıcılık, sabır ve tahammüldür.

En iyi nasihat; iyi örnek olmaktır.

Nefis üç köşeli dikendir, ne türlü koysan batar.

Kibir, bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur.

Hiçbir acı, cehaletten daha fazla zahmet verici değildir.

Düşmanın olan şeytanla el ele tutuşur gezmeye çıkarsan seni güzel bir yere götürmez, pisliğe ve bataklığa götürür orada bırakır.

Kimi insan yaşadığı zorlukları bahane edip Allah'tan uzaklaşır, kimi insan da yaşadığı zorlukları vesile edip Allah'a yakınlaşır.

İşlediğiniz günâhları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyiniz!

Nefsin aldanmasına, dünyanın yalancı ve geçici tadına kapılan, hayrın tadını alamaz.

Ölmek felâket değildir. Asıl felâket, öldükten sonra başa gelecekleri bilmemektir.

Mümin güneş gibidir. Sararıp, solarak batar, ama doğduğunda (ahirette) göz kamaştırır.

Kalb dünyâ arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkânı yok, âhireti sevmiş olamaz.

Akıllı olan, yapabildiğini değil, yapması gerekeni yapar.

Ahmak olan kimse, övülmekten hoşlanır.

Nefis asla tatmin olmaz ve sınır tanımaz. Sürekli nefsi doyurmaya çalışırsanız, insanlıktan çıkarsınız.

Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir.

Kul, Allah için neyi terk ederse, Allah, ona karşılık olarak daha hayırlısını verir.

Mal, mülk, çoluk-çocuk; Allah’ın emanetleridir. Emanetlerini istediği zaman alır.

Öfke insanın aklını örter. O zaman şeytanın avucuna düşer. Şeytan da onu istediği yere sürükler.

Kalp dünya arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, ahireti nasıl sevebilir?

İyilerle, Allah'ı unutmayan, her zaman hatırlayan kimselerle beraber olmak büyük nimettir.

Sözü ve hareketleri ile sana Allah’ı ve ahireti hatırlatmayan kimse ile arkadaş olma!

Bir kimsenin kalbinde Allah sevgisinden başka bir sevgi varsa, diğer insanların kalbinde o insana karşı sevgisizlik doğar.

Yazılarımla birlikte farklı konularda hazırladığım çok güzel galerilerimi mutlaka ziyaret etmenizi tavsiye ederim.

Kaynak: http://alimlerdenguzelsozler.com/