24 Mart 2010 Çarşamba

Evrimcilerin H5N1 yanılgıları ve öne sürülen iddialara cevap



Bir blog yazarının H5N1 virüsünü evrime delil olarak göstermesinin ardından bu virüslerle ilgili gerçekleri yazmak gerekti. Her ne kadar virüslerin evrime delil olduğunu öne sürmek bir iddia olsa da, her ne kadar bir virüs milyonlarca yıl virüs olarak kalıp hiçbir zaman laboratuarlarda deneyler yapan profesörlere, maymunlara, kuşlara dönüşmese de yine de bu iddialara insanların doğruları görmeleri için cevap vermek gerekiyor. Yoksa tıpkı insanın atasının Lemur olduğunu iddia ederek komik duruma düşen evrimciler, virüslerin de insanın atası olduğunu ara ara iddia ederler. Ama söylediğim gibi milyonlarca yıldır tek bir virüs evrimleşerek insana dönüşmemiş hep bir virüs olarak kalmıştır.

Bilim ve Gelecek dergisinin Şubat 2006 sayısında “H5N1’in Korkutan Evrimi” başlıklı bir yazı yayınlandı. Prof. Dr. Haluk Ertan tarafından hazırlanan yazıda, son dönemde kamuoyunun gündemini meşgul eden kuş gribi konu ediliyordu. Ertan yazısında, kuş gribinin insandan insana bulaşabilen bir virüse dönüşebileceğini, bunun olması durumunda milyonlarca kişinin yaşamının tehdit altına girebileceğini yazıyordu. Bir evrimci olan Ertan, virüsle ilgili muhtemel “değişim” yollarını “evrim” olarak nitelendiriyor, virüs hakkında anlattığı senaryoların evrim teorisini desteklediği gibi yanlış bir izlenim uyandırıyordu. Şimdi Sayın Ertan’ın satır aralarına serpiştirdiği “evrim” kelimeleriyle verdiği bilgilerdeki yanlışları izah edelim.

Ertan, yazısının başında kuş gribi virüsünü tanıtmakta, 1918 yılında 50 milyona yakın insanın ölümüne yol açan ve “İspanyol gribi” olarak anılan hastalığın virüsünün kuş gribi virüsünden türediğini yazmakta ancak tamamen yanıltıcı bir etiketlendirmeyle bunun “evrim” olduğunu iddia etmektedir. Ancak virüslerin yapısı ve ortaya koydukları değişim üzerine üretilen evrimci iddialar, çıkmazda çabalayan birtakım hayali spekülasyonlardan ibarettir.

Evrimcileri virüslerin kökeniyle ilgili çıkmaza iten iki ana nokta vardır. Birincisi, virüslerin yaşamın sözde rastlantısal başlangıcı için bir ara aşama oluşturduğu iddialarındaki yanılgıdır. İkincisi de virüslerin ortaya koyduğu değişimleri, tüm yaşam formlarının sözde tek bir atadan türediği teorisi kapsamında yorumlama yanılgısıdır.

Ertan’ın makalesindeki evrim yanılgılarını göstermek için öncelikle virüslerin genomları ve çoğalma şekli hakkında bazı bilgiler vermek gerekir.

Virüsler, bir protein kılıfla kaplanmış nükleik asit (DNA veya RNA) birimleridir. Bir hücreden çok daha küçük olan virüslerin çoğu hastalığa sebep olur. Virüsler sadece canlı organizmaların hücreleri içinde üreyebilirler. Bir hücreden çok daha basit yapıda olan virüsler kendi enerjilerini üretemez, kendi kendilerine çoğalamazlar. Konakçı oldukları organizmanın mekanizmalarını ele geçirerek ve hücrenin imkânlarını kullanarak kendilerini kopyalatırlar.

Görüldüğü gibi virüslerin çoğalması için eksiksiz mekanizmalara sahip canlı hücrelerin varlığı şarttır. Dolayısıyla virüsler, bazı evrimcilerin iddia ettiğinin aksine, yaşam formları için hayali bir ara aşama olarak kabul edilemezler. Yaşam, virüslerden hücreye gittiği iddia edilen evrimsel yolla başlamış olamaz. Çünkü canlı hücre bulunmayan bir dünyada virüslerin üremesi de mümkün olmayacaktır. Bu evrimci bilim adamlarının da kabullenmek zorunda kaldıkları açık bir gerçektir.

Örneğin Türkiye'nin evrim konusunda otorite sayılan bilim adamlarından Prof. Ali Demirsoy virüslerin kökeni ile ilgili öne sürülen iddiaları “bilimden çok kurgu” nitelemesiyle ele almakta ve bunların geçersizliğinden şöyle söz etmektedir:

Eldeki birikmiş bilgiler virüslerin kökeni ve bugüne kadar gelişimi konusunda bilgi vermekten çok uzaktır. Aynı zamanda birbirinden oldukça farklı üç fiziki evrende bulunabilmesi ve hiçbir evrenin bir virüsün tümü hakkında doyurucu tanımını vermemesi yorumu daha da güçleştirmektedir, özünde aşağıda belirteceğimiz yorumlar bilimsel temellerden ziyade kurguya dayanmaktadır.

1. Virüslerin kökeni bir zamanlar hücreli organizmalardı. Diğer hücrelerde parazit hale geçen bu canlılar zamanla tüm organellerini yitirmiştir.

2. Virüslerin kökeni bir zamanlar serbest yaşayan bir ilkin (pre) hücreli idi. Daha sonra hücreli organizmaların ortaya çıkmasıyla, bu ilkin formlar onların içerisinde parazit yaşamaya başladılar.

3. Virüsler ne ilkin hücreli canlılardan ne de hücreli canlılardan türemiştir. Diğer organizmaların kalıtsal materyalinden kopan parçalardan meydana gelmiştir.

İlk kuram, mikrobiyologlar tarafından uzun zaman tutulmasına karşın, bugün en az olasılıkla bakılmaktadır. Çünkü her iki grup arasında o denli büyük farklar vardır ki birinin diğerine köken olduğu varsayılamamaktadır. İkinci kuram biraz daha çekici görünmesine karşın, yine yukarıda anlatılan nedenlerden dolayı kabulü olanaksız görülmektedir. Her iki halde de organizmalar ve virüsler arasında herhangi bir geçit form bulunamamıştır. Sonuncu kuram daha akla yatkın gelmektedir.( Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, 1995, s. 73)

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, virüsler canlılığın başlangıcı veya cansız maddeden canlı organizmaya gittiği iddia edilen hayali evrimsel yolda bir ara aşama değildir.

Virüslerle ilgili ikinci evrim yanılgısı, bu yapılarda mutasyonların sebep olduğu değişimleri evrime dogmatik bağlılığın getirdiği sınırsız hayalgücünün penceresinden yorumlama yanılgısıdır. Yukarıda belirtildiği gibi, virüsler canlı organizmalar değillerdir. Mutasyonlar, canlı organizmaların sahip olduğu kompleks sistemleri tahribata uğratarak onlar üzerinde zararlı hatta ölümcül etkiler meydana getirebilirler. Ancak virüslerde böyle sistemler bulunmadığı ve virüsler canlı hücre dışında durağan oldukları için nükleotid dizilimlerinde meydana gelen değişimlerin onları etkilemesi söz konusu olmamaktadır.

Ancak bu durum, mutasyonların virüslerin çoğalma kapasitelerini hiç etkilemediği gibi algılanmamalıdır. Mutasyonlar, virüslerin ev sahibi hücrelerin zarındaki proteinlere bağlanma yeteneklerini etkileme şekli açısından onlar üzerinde olumlu veya olumsuz etkiler doğurmaktadırlar. Sözgelimi, bir virüs, belli bir grup organizmanın hücrelerine bağlanmasını sağlayan mutasyonlara maruz kaldığı zaman o organizma sayesinde çoğalma oranını büyük ölçüde artırıp yayılabilmektedir.

Sayın Ertan da 1918 yılında insanları etkileyen bir grip virüsünün başlangıçta kuş gribi virüsü olduğunu ifade etmekte ancak bu durumu – yanlış bir şekilde- “evrim” olarak nitelemektedir.

Canlı hücreye girmiş olan virüslerin kendilerini kopyalamaları oldukça kısa sürmektedir ve özellikle RNA tipi virüsler yüksek mutasyon oranlarına sahiptirler. Evrimciler bu değişimleri teorileriyle bağdaştırmakta ve mutasyonları evrimsel bir motor olarak yorumlamakta, virüslerde görülen hızlı değişimlerin evrimi belgelediğini iddia etmektedirler. Örneğin Darwinist olan felsefeci Daniel Dennett, AIDS virüsünün on yılda mutasyonlar sonucu sergilediği genetik çeşitliliğin, primatların sözde evrimsel tarihlerinin tamamı boyunca sergiledikleri nükleotid değişimlerinden daha çok olduğunu yazmıştır:

“AIDS virüsü, son on yılda o kadar çok mutasyona maruz kalmıştır ki, bu dönem boyunca sergilediği genetik çeşitlilik, -kodon revizyonları olarak ölçüldüğünde- primat evriminin tamamında bulunabilecek [genetik çeşitlilikten] daha çoktur!” (Dennett D.C., "Darwin 's Dangerous Idea: Evolution and The Meanings of Life", Penguin: London UK, 1995, s.195)

Sayın Ertan da virüslerin geçirdiği bu değişimleri sınırsız hayalgücü ve dogmatizmin toplamı olarak formüle edilen evrimci bakış açısından yorumlamakta ve şu yanılgıya kapılmaktadır:

Çünkü virüsler, diğer tüm canlılar gibi genetik yani kalıtsal maddesinde değişiklik geçirmeye hazır canlılardır. Dünyamızdaki büyük canlı çeşitliliğinin kaynağı bu değişimlerdir. Biyolojik evrim olarak tanımlanan bu sürecin sonunda dünyamızda daha önce varolmayan yeni organizmaların ortaya çıkması mümkün olmuştur.

Burada Dennett ve Ertan gibi evrimcilerin ısrarla görmezden geldiği açık gerçek şudur:

Virüslerin yüksek oranda mutasyona maruz kalması evrim teorisi lehinde değil, aleyhinde kanıt oluşturur. Çünkü virüsler, tüm primat tarihi, yani on milyonlarca yıl boyunca sergilenen genetik çeşitliliği sadece on yılda sergileyebildikleri, genetik yapıları hızla değiştiği halde yine de virüs olarak kalmaktadırlar. AIDS virüsü, bunca mutasyondan sonra hala, AIDS virüsüdür.

Kaldı ki, mutasyonları ısrarla evrim mekanizması gibi göstermek bilimsel gerçeklerle bağdaşmayan, körü körüne bir çabadır. Mutasyonlar, DNA’da meydana gelen rastlantısal değişimlerdir ve canlı organizmalar üzerinde yıkıcı ve öldürücü etkiler ortaya koyarlar. Yaşam formlarının daha basit alt formlardan kademeli olarak evrimleştiği iddiası, bu hayali evrimin mekanizması olarak öne sürülen mutasyonların, DNA’ya yeni genetik bilgi eklemesini gerektirir. Oysa sayısız deney ve gözlemin gösterdiği gerçek bunun tam aksi yöndedir.

Ayrıca mutasyonların tüm canlı çeşitliliğini meydana getirdiği iddiası Kambriyen Patlamasıyla ilgili bulgular karşısında kesin ve net olarak geçersizdir. 545 milyon yıl kadar önce, Kambriyen döneminin başlangıcı, bugün hala birçoğu mevcut olan hayvan filumlarının tamamına yakınının aniden belirmesine şahit olmuştur. Kambriyen öncesi devirde ise, sadece tek hücreli organizmalara ve bir kaç basit çok hücreliye ait fosillere rastlanmıştır. Bu nedenle, Kambriyen devrinde ortaya çıkan canlı türlerinin evrimsel ataları olduğu iddia edilebilecek hiçbir canlıya ait fosil kaydı bulunmamaktadır. Son derece kompleks beden yapılarının aniden ve kusursuz yapılarıyla ortaya çıkışı mutasyonlarla asla açıklanamaz. Nitekim Japon bilim adamı Susomo Ohno, Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde bu gerçeği şöyle açıklar:

Rastgele meydana gelen mutasyon oranının yılda baz çifti başına 10-9 olduğunu varsayarak ve doğal seleksiyonun negatif etkilerini de göz önünde bulundurarak, DNA baz dizilerinde %1'lik bir değişiklik olabilmesi için 10 milyon yıla ihtiyaç vardır. Evrimsel zamanda ise 6-10 milyon yıl göz kırpması kadar kısadır. Hayvanlar aleminin neredeyse tüm filumlarının aniden ortaya çıkışını gösteren Kambriyen patlamasının 6-10 milyon yıllık bir zaman arasında meydana gelmesinin ise kesinlikle genlerdeki mutasyonlara bağlı değişimlerle açıklanması mümkün değildir. (Susumo Ohno, "The notion of the Cambrian pananimalia genome, " Proceedings of the National Academy of Sciences, USA 93 (August 1996): 8475-78)

Görüldüğü gibi Sayın Ertan’ın H5N1’in protein kılıfı üzerindeki mutasyonlardan söz etmesi, bunlar sayesinde virüsün kuşlardan sonra insanları da muhtemelen etkileyebilecek olmasını bu virüsün “evrim basamaklarını tırmanıyor olduğu” şeklinde yorumlaması, gerçeklerden tamamen uzak bir bakış açısında ısrar etmekten başka bir şey değildir. Mutasyonlar, yeryüzündeki canlı çeşitliliğini asla açıklayamamakta, genoma yeni genetik bilgi ekleyememekte, dolayısıyla canlıları evrimleştirememektedirler.

Sonuç olarak tekrar belirtmek istiyorum ki, virüsler milyonlarca yıldır mutasyonlara maruz kalıp şekil değiştirirler, fakat daima bir virüs olarak kalırlar. Kainattaki bu kadar mükemmel canlının evrimleşerek oluştuğu iddia etmek üstelik bir virüsün şekil değiştirmesini (ama yine virüs kalmasını!) buna delil olarak göstermek insan aklının sınırlarını zorlayacak bir hayal gücüdür. Gökyüzünde uçan mükemmel kuşların, tonlarca ağırlıktaki balinaların, mükemmel sistemlerle donatılmış aslanların, zürafaların, sürüngenlerin, balıkların evrimleşerek oluşması ve böyle mükemmel sistemlere kavuşmaları mümkün değildir. Bunlar ancak Allah’ın üstün sanatının ve aklının delilleridir. Yoksa ne gökyüzünde uçan bir kuşun ne de suyun metrelerce altında yaşayan bir balığın vücudundaki sistemlerden haberi bile yoktur.

Tekrar söylüyorum, milyarlarca yıl da geçse, trilyonlarca yıl da geçse bir virüs yine bir virüs olarak kalır. Hiçbir zaman mutasyonlardan etkilenip bir karıncaya, bir kuşa, bir bukalemuna, Nobel ödülü kazanan bir profesöre dönüşmez! Eğer evrimcilerin elinde profesöre dönüşen bir virüs varsa onu sergileyebilirler. Görelim bakalım mutasyonlar sonucunda milyarlarca yıldır başka bir canlıya dönüşmüş tek bir virüs var mıdır!

Üstelik 21. Yüzyılda dini bağnazlık olarak göstermek ve bilimden ayrı tutmak da son derece beyhude bir çabadır. 21. Yüzyılda bilim dini bulur, Yaratıcının varlığını kabul eder, yer altından çıkarılan yüz binlerce kusursuz fosil de Allah’ın canlıları yarattığını kanıtlamaktadır. Evrimciler tek bir ara fosil bulamamanın hayal kırıklığını böyle virüsler, mikroplar, fareler insanın atası diye iddialarla üzerlerinden atmaya çalışmaktadırlar…

www.evrimteorisi.info

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder