4 Mayıs 2010 Salı

Günlük yaşamdan ibret verici bir olay…



Geçen gün bir arkadaşım şahit olduğu son derece ilginç bir olay anlattı, bende sizlerle paylaşmak istedim. Çalıştığı işyerinin sahibinin çok kibirli, sürekli sinirli, dediğim dedik, insanları aşağılayan ve kıran bir insan olduğundan bahsetti, herkes kendisinden çekiniyor ve kötü ahlakından dolayı da kimse kendisini sevmiyormuş. Bir gün şoförüne arabasını ısıtmasını söylemiş. Arabası şu koltukları ısıtılan son model arabalardan biriymiş. Şoför koltuğu ısıtıp arabayı hazırlarken yanlışlıkla elindeki pet şişedeki suyu müdürünün oturacağı yere dökmüş.

Adam gelip arabasına kurulunca hazretin paçaları su içinde kalmış ve bu duruma korkunç öfkelenmiş. Orada ekmek parası için çalışan şoföre demediğini bırakmamış, o kadar sinirlenmiş ki “defol git, seni bir daha görmek istemiyorum, ben ıslak paçayla nasıl gezerim” diyerek adamı işten kovmuş. Şoför yalvarıp yakarmış ama olmamış, insanlar araya girmişler, şoförün paraya çok ihtiyacı olduğunu söylemişler, adam hiçbir şekilde kabul etmemiş.

Bu olayın ardından çok kısa bir süre sonra işyerinin son derece kibirli sahibi kanser olmuş ve ölmüş. Bütün işyeri hep birlikte adamın cenazesine gitmişler. Adamın duası edilmiş ve hep birlikte toprağa vermek üzere mezara gitmişler. Fakat mezarın içi çok şaşırtıcı bir şekilde su doluymuş. İmam böyle bir olayla hiç karşılaşmadıklarını söylemiş. Birkaç kişi küreklerle suyu boşaltmaya çalışmışlar, fakat ne kadar boşaltırlarsa boşaltsınlar mezar yine suyla doluyormuş. İmam sonunda “meftayı bu kadar bekletmek olmaz” demiş ve adamı su dolu mezarın içine koyup gömmüşler. Dünya hayatında paçasının biraz ıslanmasına dayanamayan adam tamamen çamurlu bir suyun içine bırakılmış ve işyerinden gelen, mezarının başında duran herkes bu olaydan çok ibret almışlar.

Yaşanan bu olayı bende çok ibretlik buluyorum, ders alınacak çok yön var bence. Kibir ve enaniyet tam anlamıyla şeytanın vasfıdır, dünyada kibirli olan, diğer insanlara tepeden bakan insan şeytanın bu özelliğini yansıtır. Oysa insan son derece aciz ve zavallı yaratılmıştır, bu kadar acizken kibir yapabilmesi, zengin olduğu için güçlü olduğu için diğer insanları ezme gücünü bulması da son derece şaşırtıcıdır. Her insan gibi o da beyaz ve sade bir kefene sarılıp toprağa verilecek, o beğenmediği insanlar tarafından gömülecektir. Bu yüzden insan daima aczini bilmeli, son derece tevazulu olmalı, gerçek gücün, zenginliğin, malın, mülkün ve kendi bedeninin de Allah’a ait olduğunu bilmelidir. Allah bir gün geldiğinde hepsini kendisinden geldiğinde geri alacak, kendisi de hiçbir şeyi olmadan toprağa geri dönecektir…

Kaynak: http://www.olumgercegi.com/

Kafanızdaki yanlış Müslüman inancını yıkın



İnsanların kafalarında çok yanlış bir Müslüman kavramı var. Müslüman bir lokma ekmek yer, bir hırka giyer, ibadetlerini yapıp köşesine çekilir, hiçbir şeye karışmaz, sade döşenmiş vasat bir evde oturur, yeni teknolojilerden hiç haberi yoktur, televizyon seyretmez, müzik dinlemez, Amerika’dan Avrupa’dan, yurt dışındaki olaylardan hiç haberi yoktur, sadece işine gidip gelir, ev sohbetlerinde akrabalarıyla oturup konuşur, öyle kendi içinde bir yaşam sürer. İşte birçok insanın kafasında olan ama çok da yanlış olan Müslüman tanımı bu. Bu İslam’ın çok yanlış tanıtılmasından kaynaklanıyor, bazı kesimler bu “bir lokma ekmek, bir hırka” “Müslüman aç yaşar, sürekli acı çeker, ne kadar ıstırap çekerse o kadar sevap kazanır” “peygamberimizde açlıktan karnına taş bağlardı” gibi son derece yanlış ve Kuran’da hiç yeri olmayan mantıkların geliştirmişler bunu da topluma aktarmışlardır.

Hâlbuki Kuran’da yer alan samimi Müslüman tarifi bu tarif edilenle taban tabana zıttır. Öncelikle samimi inanan bir insan dünyanın en akıllı insanıdır. Son derece yüksek bir ahlaka sahiptir, çok asildir. Gördüğünüz en modern, en ileri görüşlü, en saygıdeğer, çok kültürlü insandır. Kuran’a uymak, nefsi eğitmek, Allah rızası için yaşamak, ölümün ve ahiretin yakınlığını bilerek yaşamak insana çok büyük bir akıl olarak döner. Böyle bir insan karşılaştığı her olayda Kuran’la düşünür ve Kuran’la hareket eder. Çok samimi olan bu insanın sezgileri de çok güçlü olur, karşısındaki insanları çok derin tahlil eder, olayların çok farklı yönlerini tespit edebilir. Şuuru sürekli açıktır, vicdanı çok açıktır, değişik tehlikelere karşı sürekli tedbir alır. Hayatının her anında Allah’ın rızasını kazanmak için müthiş bir gayret içindedir. Gaflete kapılmaz, rehavete düşmez, hiçbir anını boş geçirmez. Sürekli İslam’ı yaymak için çaba gösterir, tebliğ yapar. Bütün bunları yaparken de her an çok güzel bir ahlak gösterir, son derece tevazuludur ve hoş görülüdür.

Allah Kuran’da muhteşem bir zenginliğe sahip olan Hz. Süleyman’ı örnek verir. Hz. Süleyman müthiş bir teknolojiyle zemini su gibi gözüken bir saray yaptırmıştır. Kuran’da yer alan Hz. Süleyman kıssası bir müslümanın hayatının nasıl olması gerektiğini bize anlatır. Müslüman en güzel evlerde oturur, en güzel giyecekleri giyer, en temiz yiyecekleri yer, en güzel arabalara biner. Son teknolojilerin hepsinden haberdardır, hepsini kullanır. Bu dünyada her şeyin en güzeline Müslümanlar layıktır. Müslüman bütün bu güzelliklerden Allah’ın bir nimeti olduğunu bilerek faydalanır, hepsi içinde Allah’a tek tek şükreder. Ateistleri ve materyalistleri en çok kızdıran da budur. Onlar çok zengin, son derece modern, hem çok güzel, hem de çok asil bir müslümanla karşılaştıklarında inanamayacağınız kadar haset ederler. Çünkü onlara göre bütün bu nimetlere kendileri sahip olmalı Müslüman ise bir lokma ekmekle, bir hırkayla yaşamalıdır. Oysa Kuran’da Allah peygamberimizi de çok zengin yaşattığını bizlere bildirmiştir, peygamberimizin için söylenen “aç yaşıyordu” ifadelerinin hiçbiri doğru değildir.

Ve seni yol bilmez iken, 'doğru yola yöneltip iletmedi mi? (Duha Suresi, 7)

Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi? (Duha Suresi, 8)


Kuran’da Hz. Süleyman’ın muhteşem zenginliğinden bahsedilir, Hz. Süleyman bütün bu malları mülkleri Allah sevgisiyle sevmiştir. Müslümanları ateistlerden ayıran en önemli özelliklerden biri dünya hayatına nefsani olarak bağlanmamaları, her nimeti Allah rızası için sevmeleri, aslının ahirette olduğunu bilmeleridir. Ayrıca gerçek samimi Müslümanlar tüm mallarını, mülklerini Allah yolunda harcarlar, yığıp biriktirmezler, sürekli infak ederler. Onlar infak ettikçe de Allah mallarını arttırır, üzerlerine sürekli bereket yağdırır. İşte Kuran’da tarif edilen Müslüman böyledir, son derece akıllı, güzel, bakımlı, tertemiz, her şeyin en güzeline ve en iyisine layık son derece asil bir insandır.

Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 261)

Kaynak: (http://www.imanvetefekkursiteleri.com/)

Facebook ve Twitter bataklığına saplanmayın…



Her dönemde insanları oyalayan birçok konu olur, bu dönemde de insanlar bilgisayar oyunlarına, facebook ve twittera tam anlamıyla saplanmış durumdalar. Bilgisayar oyununun başından tam olarak 17 saat boyunca kalkmayan ve adeta büyülenmiş gibi oynayanlar var. Dünya yansa dönüp başlarını çevirmiyorlar. Sanal dünyaya öylesine kendilerini kaptırmışlar ki adeta gerçek dünyadaki kimliklerini ve sorumluluklarını unutmuşlar. Sanal dünyadaki kimliklerine bürünmüşler, orada yaşıyor gibiler.

Facebook ve Twitter’da aynı şekilde, orada da binlerce tanımadığınız insanla arkadaş oluyorsunuz, çok arkadaşı olmak bir prestij meselesi oluyor. İnsanlar “Bana bir twitt geldi bakayım”, “Face’de var mısın” gibi entel entel cümleler kurmaya başlıyor. Facebook’da birine mesaj yazıyor, ondan cevap gelince tekrar yazıyor ve bu saatlerce böyle devam ediyor. Sokaktaki ya da üniversitelerdeki gençlere bakın, hepsi büyülenmiş gibi ellerindeki cep telefonlarına bakıyorlar. Adeta insanlıktan çıkmışlar, sürekli mesaj yazıyor, facebook’dan kendilerine gelen mesajları yanıtlıyorlar.

Facebook ve twitter gibi sitelerde saatler geçirmek, hiç tanımadığınız ya da tanıdığınız insanlarla saatlerce yazışmak, bilgisayarın başından hiç kalkmadan saatlerce oyun oynamak çok ama çok büyük bir vakit kaybıdır. Dünyada kaldığımız zaman o kadar kısa ki, tek bir dakikası bile çok değerlidir. İnsanın boşa geçirecek bir dakikası bile yoktur. Çok kısa bir vakitte Allah’ı razı edece çok fazla iş yapabilirsiniz ve her yaptığınız iş anında ahirete kilitlenir ve sizin amel defterinize işlenir. Ama hayatınızı boş konuşmalarla, boş yazışmalarla tüketirseniz amel defterinizde bomboş olur. Gaflet içinde yaşayıp bütün ömrünüzü tüketirsiniz. Bizler dünyaya oyun oynamaya, oyalanmaya, kendimizi sürekli eğlenmeye gelmedik. Sorumluluklarımız var, Allah’a kul olmakla ve Allah için yaşamakla yükümlüyüz. Bütün bunların yanında dünyada bu kadar açlık, yokluk ve sıkıntı varken bir insan nasıl olup da bu zavallı insanlar için bir şey yapmaz, nasıl olu da günlerini bomboş geçirebilir, bunu vicdanına nasıl sığdırabilir?

Tekrar söylemek istiyorum, dünya hayatı oyun ve eğlence yeri değildir. Bu yüzden kimsenin sizi oyalamasına, çok değerli vaktinizi çalmasına asla izin vermeyin. Siz böyle bir şey yaptığınızda da bundan sorumlu olacağınızı mutlaka bilin. Hayatınızı hep güzelliklerle, çok salih işlerle doldurun ve yaşadığınız çok değerli günü bir daha asla geri getiremeyeceğinizi bilin. Unutmayın ki akıllı insan sürü psikolojisinden kurtulan, vicdanıyla hareket eden, mutlaka yaptığı işin ahirette karşılığını düşünen ve şeytanın aldatmacalarına asla kanmayan insandır.

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)

Kaynak: http://www.dunyahayati.com/

İnsanlar gülüp oyalanırken üzerlerinden geçtikleri mezarların altı ne kadar da sessiz…



Şöyle bir çevrenize bakın, insanlar nasıl büyük bir hırs içinde görüyor musunuz? Bir ev alayım, bir tane daha alayım, sonra bir yazlık alayım, son model bir arabam olsun, en iyi marka güneş gözlüğü kullanayım, evimdeki mobilyalar Ferre, Versace olsun, en iyi markaları giyeyim, en güzel ve ünlü restaurantlarda yemek yiyeyim, vücudum mükemmel olsun, en iyi spor merkezlerine gideyim, durmadan vücut çalışayım, estetik ameliyat yaptırayım, herkesi kıskandıracak bir hayatım olsun, paraları da bankaya yığayım ve sürekli biriktirmek için de çalışayım. Her yaz en ünlü tatil beldelerine gideyim, akşamları barlarda, gece kulüplerinde gezeyim, tüm hayatımı canımın istediği gibi yaşayayım…

Peki aynı insan her gün mezarların üzerinden geçip işine gitmiyor mu? Bastığı toprağın altında yüzlerce insan son derece sessiz bir şekilde yatmıyor mu? O hırs içinde işine giderken, aklında katılacağı toplantılar, ihaleler, anlaşmalar varken kendisinin de bir gün o toprağın içine gireceğini düşünmüyor mu? Sakıp Sabancı da, Koç’da dünyanın en zenginleri arasındaydılar, ama her insan gibi onlar da şu anda toprağın altındalar. Ne holdingleri, ne yüzlerce çalışanları, ne bankada bekleyen milyonlarca dolar paraları, ne aileleri, yanlarında hiçbir şey olmadan toprağa verildiler. Sadece beyaz, sade ve küçük bir kefenle. Yanlarında hiçbir şey ama hiçbir şey götüremediler.

İnsanlar güle oynaya hırs içinde yaşarken, günlerini gün ederlerken üzerlerine basıp geçtikleri mezarların içleri tam anlamıyla sessizdir. Artık o insandan geriye nerdeyse hiçbir şey kalmamıştır. Ne neşe dolu kahkahalar, ne marka gözlükler, ne özenle bakılmış beden, ne giyilen marka kıyafetler, ne sürülen parfümler… O insandan geriye sadece bir avuç kemik kalır. Dünyada yaşayan her insanın son hali bu şekilde olacaktır ve her insan ahirete yalnızca Allah için yaptığı salih amellerini ve takvasını götürecektir. Bir insan dünyada ne kadar güzel olursa olsun, ne kadar ihtişamlı olursa olsun mezardaki hali son derece ibret vericidir. Ne bakabilir, ne yanına yaklaşabilirsiniz.

Bütün bunlar dünya hayatını yaşamanın ne kadar anlamsız olduğunu bize gösterir. Hayat her an bize ne kadar boş olduğunu hatırlatır. Kanser olmuş bir hasta, bütün malını mülkünü kaybetmiş bir iş adamı, yatağında ölümü bekleyen bir hasta, yolda trafik kazası geçirip ölmüş bir insan bize hep dünyanın geçiciliğini hatırlatır. Fakat insanlar o kadar yoğun bir gaflet içinde yaşarlar ki, bu derin uykudan bir türlü uyanmazlar ve uyanmak da istemezler. Gayrettepe’de mezarlığın kapısında yazan “her nefis ölümü tadıcıdır” ayetini her gün yüzlerce insan okuyarak yanından geçer, kimi de okumamak için yüz çevirir. İçlerinden çok ama çok azı “bende bir gün öleceğim ve bütün bu hırs yaptığım dünyayı ardımda bırakıp gideceğim” diye düşünür.

Adeta bir göz çarpması olarak geçen dünya hayatımızın sonunda hepimiz Allah’ın huzurunda duracağız ve dünyada yaptıklarımızın hesabını vereceğiz. Dünya için yaşayan tamamen bomboş bir şekilde Allah’ın huzuruna başını öne eğmiş bir şekilde gelecek ve sonsuza kadar dünyayı tercih ettiği için pişman olacak. Dünya hayatı boyunca Allah için yaşayan, O’nun emirlerine uyan, dinimizi anlatan, salih amellerde bulunan, ibadetlerini yapan, aşkla ve şevkle Allah’ı seven de o gün Allah’ın huzuruna güvenle gelecek ve sonsuza kadar ne kadar doğru bir seçim yaptığı için her gün Allah’a şükredecektir. Önemli olan mutlaka ama mutlaka gaflette olan milyonlarca insanın arasından kurtulmak ve gerçek yaşamın ahiret olduğunun mutlaka şuuruna varmaktır.

Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?"

Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor."

Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz, "

"Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Mü'minun Suresi, 112-115)


Kaynak: http://www.yaklasanolumani.com/

Allah inancı olan bilim adamı her keşfinde büyük bir hayranlık duyar



Yazılarımda her zaman söylüyorum, din ile bilim iç içedir. Din bilimi daima teşvik eder, araştırmayı, öğrenmeyi öğütler. Çünkü ancak sürekli araştıran bir insan kâinatta Allah’ın delillerini bulabilir. Her bulduğu delil onu başka bir delile ve uçsuz bucaksız bir dünyaya götürür. Zaten bu yüzden bilim adamları keşfettikleri her yeni buluşta daha yolun en başında olduklarını, daha keşfedilecek ve öğrenilecek binlerce detay olduğunu hissederler. Çünkü Allah sonsuz akıl sahibidir ve en küçük zerrede bile binlerce detay yaratarak sonsuz aklını tecelli ettirmiştir. Allah inancı olan bir bilim adamı her yeni keşfinde Allah’ın bu detayları ince ince hesaplandığını ve bunları kendisine buldurduğunu hisseder ve çok yoğun bir heyecan duyar. Ancak Allah’ın dilediği kadarını keşfedebileceğini de bilir.

Akıl ve vicdan sahibi bir bilim adamı her keşifte Allah’ın varlığının delillerini görür. Mesela gözün yapısını incelediğinde muazzam bir detayla karşılaşır. Gözdeki son derece kompleks yapıyı gördüğünde bunun hiçbir şekilde tesadüfler sonucunda oluşamayacağını anlar. Göz kırk tane organelin bir araya gelmesiyle oluşan bir organdır. Bu organellerin sadece bir tanesi olmasa göz çalışmaz. Bu da hepsinin aynı anda yaratıldığını gösterir. Göz hiçbir zaman evrimcilerin söylediği gibi uzun süreçler içinde mutasyonlarla oluşmamıştır, aniden ve kusursuz bir şekilde yaratılmıştır. Gözün çalışma sistemini gören ve inceleyen bir bilim adamının Allah’a olan hayranlığı da kat kat artacaktır. Aynı şekilde kalbi, beyni, böbrekleri, damarları inceleyen diğer bilim adamları da Allah’ın bu kadar detaylı ve mükemmel yaratışının karşısında hayranlıklarını ifade etmektedirler.

Kainatı inceleyen bilim adamları da birbirine geçmiş yüzlerce galaksi, ihtişamlı yıldızlar, karadelikler, süpernovalar ile karşılaşacaklar ve evren de milimetrik bir düzen olduğunu fark edeceklerdir. Uçsuz bucaksız uzayda da müthiş bir denge sağlanmış, her detay çok ince düşünülüp planlanmıştır. Bütün bunlar kuşkusuz sonsuz akıl sahibi olan Allah’a aittir. İnsan kendisine verilen son derece sınırlı bir akılla keşif yapmakta yalnızca kendisine izin verildiği kadarını görüp keşfedebilmektedir. Uzay, evren, kâinat daha insanın keşfedemediği ve belki de hiçbir zaman keşfedemeyecek olduğu milyonlarca sırla doludur.

Allah’a inanan bir bilim adamı sürekli bilimsel araştırmalar yapmak ve evrenin sırlarını keşfetmek için çok istekli olur. Çağımızın en büyük dehası olarak kabul edilen Albert Einstein bir yazısında iman eden bilim adamlarının dinden aldıkları bu ateşleyici gücü şöyle dile getirmiştir:

"Ben şunu iddia edebilirim ki, dini, kozmik yönden sezişler, bilimsel çalışmalarda çok daha kuvvetli hissedilmektedir. Şüphesiz ki bu duyguyu, bilimsel zihniyeti ile ilk kuranlar en kuvvetli sezmişlerdi. Evrenin yapısını, bilimsel ve akılcı bir şekilde anlamak, insana en derin iman duygusu verir. Yıllarca mesai sonunda kavradıkları evren anlayışı, Kepler ve Newton'a böyle derin duygular vermiştir.

Bilimsel araştırmaların yalnız pratik alanında kalanlar, bu konuda her zaman her yerde yanlış açıklamalara düşmüşlerdir. Ancak hayatlarını tamamen bilimsel araştırmalara vermiş olanlarındır ki, bu seziş ve ilham, kalplerine dolar ve ancak bu çapta adamlardır ki, binbir güçlüğe rağmen bu aramalarına devam ederler. Onlar bu kuvveti din duygusundan alırlar. Bir çağdaşımız pek doğru olarak şöyle demiştir: Bizim materyalist çağımızda en derin din duygusunu, pozitif bilim yolunun ilk arayıcıları sezmişlerdir."

Johannes Kepler Yaratıcı'nın eserlerindeki lezzeti tatmak için bilimle ilgilendiğini söylerken, tarihin en büyük bilim adamlarından biri olan Isaac Newton ise bilimsel araştırmalarını yapma çabasının ardındaki sebebin Allah'ı bulup tanımak isteği olduğunu ifade etmiştir.

Gerçek bir bilim adamı Allah'ın ihtişamla yarattığı kanunlardan ve olaylardan etkilenerek, daha fazlasını keşfetme isteği duyan kişidir. Her yeni keşif onu hep aynı noktaya getirir, her yolun sonu aynı kapıya çıkar. Bilim adamı her keşfin sonunda mutlaka Allah’ı bulur ve tüm kâinatın boş bir amaçla yaratılmadığını çok iyi kavrar…

Kaynak: http://www.imanedenbilimadamlari.com/

Yazılarımla birlikte çok farklı konularda hazırladığım çok güzel galerilerimi mutlaka ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Ayrıca http://blog.milliyet.com.tr/Arsiv.aspx?UyeNo=1589933&KategoriNo=66 sayfamda Kitap bölümüne açtığım kitapların hepsini ismini yazarak ücretsiz internetten okuyabilirsiniz.

Cehennemin en alt tabakasında kimler olacak?



Cehennem tabaka tabaka yaratılmıştır. Cehennemde de tıpkı dünyada olduğu gibi bir yaşam vardır, fakat buradaki yaşam insanların hiç tahmin edemeyeceği kadar ızdıraplı ve acı vericidir. İnsanlar dünyada işledikleri günahlara göre ayrılıp sonsuza kadar içinde kalacakları ve Allah’ın dilemesiyle asla çıkamayacakları azap bölgesine gönderilirler. Allah Kuran’da cehennemde ateşten yataklardan, insanların bağlandığı sütunlardan ve durmadan yüzleri yalayan bir ateşten bahseder ve insanları uyarır. Cehennemin en alt tabakasında kimlerin olacağı da ayette şöyle bildirilir:

Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın. (Nisa Suresi, 145)

Ayette bildirildiği gibi cehennemin en alt tabakasında olacak olan ve en şiddetli acıyı çekecek olan münafıklardır. Münafıklar, müminlerin yanına geldiklerinde Allah’a ve Kuran’a bağlı olduklarını söylerler, fakat aslında içten inkâr ederler. Görünüşte onlarda namaz kılar, oruç tutar, müminlerle birlikte Allah yolunda mücadele ediyor gibi görünürler. Fakat asıl amaçları Müslümanlara zarar vermek, Müslümanlarla ilgili bilgileri inkâr edenlere vermek ve onların mutlaka dağılmasını sağlamak, bu uğurda yoğun bir gayret göstermektir. Allah ayetinde münafıkların önce kesin olarak ahid verdiklerini sonra da bozduklarını şöyle bildirir:

Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır. (Bakara Suresi, 27)

Münafıklar hem Müslümanların içinde yaşayıp hem inkâr edenlerle dostluk kurarlar, sürekli fitne ve bozgunculuk çıkarırlar, Müslümanların yerlerini ihbar ederler. Allah yolunda mücadele etme ve infak etme konusunda da son derece isteksizlerdir. Münafıklar ayrıca sürekli yakalanma korkusu içindedirler, her çağrıyı kendi aleyhlerine zannederler. Şeytanın pisliği ruhlarını kapladığı için içleri sürekli korku doludur, vesvese ve gerilim içinde yaşarlar.

Gerçekten sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler. Oysa onlar sizden değildirler. Ancak onlar ödleri kopan bir topluluktur. (Tevbe Suresi, 56)

Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. (Nisa Suresi, 142)


Münafık sözde Allah’ı ve iman edenleri aldattığını sanır. Oysa yalnızca kendisini aldatır, fakat şuurunda değildir. Peygamberimiz döneminde de diğer peygamberlerin döneminde de münafık her zaman olmuştur. Hz. İsa’nın yerini ihbar edende bir münafıktır. Hz. Mehdi döneminde de çok azılı münafıklar olacak, Hz. Mehdi hem münafıklarla hem de inkâr edenlerle mücadele edecek ve hepsine üstün gelecektir. Münafıklar hem bu dünyada hem ahrette aşağılanacaklardır. Hz. Musa devrinin münafıkları, Hz. İbrahim devrinin münafıkları, peygamber efendimiz devrinin münafıkları, Mehdi devrinin münafıkları hepsi bir araya getirilecek yerin en alt tabakasına cehennemim en alt tabakasına indirileceklerdir. Burada hiç beklemedikleri kadar zorlu ve ıstıraplı bir hayatla tanışacaklardır. Bu kapkaranlık, izbe, kirli, magmanın ateşinin pis kokusunun duyulduğu ve sürekli ateşin olduğu yere sonsuza kadar atılacaklardır. Burada çekecekleri en büyük azaplardan biri de cennette sonsuz nimetler içinde yaşayan Müslümanları her gün seyredip sonsuz bir pişmanlık duymaları olacaktır.

(Allah) Dedi ki: "Az bir süre (bekle), onlar gerçekten pişman olacaklar." (Mü'minun Suresi, 40)

Kaynak: http://www.munafikkarakteri.com/


Yazılarımla birlikte çok farklı konularda hazırladığım çok güzel galerilerimi mutlaka ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Ayrıca http://blog.milliyet.com.tr/Arsiv.aspx?UyeNo=1589933&KategoriNo=66 sayfamda Kitap bölümüne açtığım kitapların hepsini ismini yazarak ücretsiz internetten okuyabilirsiniz.

Sadece ''Müslümanım'' demek yetmez



Çoğu insan sedece iman edip bir köşeye çekilmenin yeterli olduğunu düşünüyor, sorduğunuzda Allah’a inandığını söylüyor, ibadetlerini yapıyor ama tüm hayatı boyunca işine gücüne bakıyor. Ticaretle ilgileniyor, ailesiyle ilgileniyor, sonuçta iman etmeyenlerden farkı ibadetleri yerine getirmesi oluyor. Hâlbuki gerçekten iman etmek tam anlamıyla Allah için yaşamaktır. Böyle bir dönemde adeta sahabe ahlakı göstermek, varını yoğunu Allah yolunda harcamak, insanları büyük bir gayretle ve şevkle İslam’a davet etmek gerekir.

İnsanlara iyi olanı emretmek ve onları kötü tavırlardan sakındırmak her Müslüman’ın sorumluluğudur. Doğruyu ve hakkı bilen herkes, diğer insanlara bildiklerini, Kuran’ın hükümlerini anlatmakla yükümlüdür. Bu nedenle dini anlatmak ve insanları Allah'a imana davet etmek sadece elçilerin değil, iman eden her insanın yerine getirmesi gereken ibadetlerden biridir. Allah insanları dine davet ederek, onlara doğru yolu göstermenin, ahiret hayatındaki sonsuz kurtuluşun yolu olduğunu bildirmiştir:


Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)

Bir insanın sadece diliyle Müslüman olduğunu söylemesi tek başına yeterli değildir. Çünkü iman etmek, dil ile tasdik etmenin yanında Allah'ın emrettiği din ahlakını fiili olarak yaşamak ve yaşatmakla mümkün olur. Allah Kuran'da iman eden insanları şu özellikleriyle tarif etmiştir:

Din ahlakının yaşanması için çaba gösteren, gerektiğinde dinin menfaati için kendi çıkarlarından özveride bulunan, nefsinin bencil tutkularını yenen, başkalarının hatalarını bağışlayabilen, öfkesini tutup itidalli davranabilen, ihtiyaç içinde olsa bile başkaları için fedakârlıkta bulunabilen, malını Allah yolunda harcayan, sabreden, dinin yayılması için gece gündüz İslam'ı tebliğ eden, Allah'ı çok anan, ibadetlerini titizlikle yerine getiren, herhangi bir haksızlıkla karşılaştığında itidalini kaybetmeyen, adaletli ve bunun gibi daha pek çok konuda çaba harcayan kimseler...

Kim de ahireti ister ve bir mü'min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 19)

Dikkat edilirse bütün bu sayıların hiçbirisi sadece sözle yerine getirilebilecek konular değildir. Yani insanın fiili bir çaba içinde olmadan, "ben çaba harcıyorum" demesinin bir anlamı olmaz. Ya da malını harcamadan, "ben malımı ihtiyaç olduğunda veririm" demesi yeterli olmaz. Bu nedenle "ben Müslümanım" demek belki iman etmenin ilk aşamasıdır, ancak gerçek iman ancak Allah'ın hükümlerini tümüyle yaşamakla mümkün olur. Kuran'da bu konu şöyle açıklanmıştır:

Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir? (Fussilet Suresi, 33)

Kendisinin çok samimi olduğunu düşünüp Allah yolunda hiç gayret etmeyen, dini anlatmayan, sessizce köşesine çekilip diğer Müsüman’ların mücadelesini izleyenler var. Böyle kişiler ahrette hiç ummadıkları bir karşılık alabilirler. Bu yüzden her Müslüman gerçekten çok samimi olmalı, sadece ve sadece Allah için yaşamalıdır.

Kaynak: http://www.imanisiteler.com/

Yazılarımla birlikte çok farklı konularda hazırladığım çok güzel galerilerimi mutlaka ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Ayrıca http://blog.milliyet.com.tr/Arsiv.aspx?UyeNo=1589933&KategoriNo=66 sayfamda Kitap bölümüne açtığım kitapların hepsini ismini yazarak ücretsiz internetten okuyabilirsiniz.

Evrimin Moleküler Açmazı – Video



Bugün blog yazarlarıyla evrim teorisinin moleküler anlamda nasıl çöktüğünü anlatan bir video paylaşmak istiyorum. Biliyorsunuz evrim teorisi ile ilgili yapılan programlarda evrimciler bir türlü evrimin nasıl oluştuğunu açıklayamıyorlar. Tek bir hücrenin tesadüfen meydana geldiğini, daha sonra bunu diğer hücrelerin takip ettiğini ve canlılığın böyle tesadüfler zinciri sonucunda oluştuğunu ileri sürüyorlar. Oysa 21. Yüzyıl bilimiyle daha tek bir hücreyi bile tesadüfle oluşturamadılar. Yaptıkları araştırmalar sonucunda sadece hücrenin ne kadar kompleks bir yapıya sahip olduğunu gördüler. Öncelikle videoyu bu linkten seyredebilirsiniz: http://www.dailymotion.com/video/x2qox0_evrymyn-molekuler-acmazi1-hucrenyn_creation

Rus evrimci Alexander I. Oparin evrim teorisinin daha hücrenin oluşumunda çöktüğünü şöyle açıklar: Maalesef hücrenin meydana gelişi evrim teorisinin tümünü içine alan en karanlık noktayı oluşturmaktadır.

Evrim teorisinin çöküşünü belgeleyen videoları sizlerle paylaşmaya devam edeceğim, böylelikle 21. yüzyıl bilimi ile evrim teorisinin nasıl hiçbir delili olmadığını, milyonlarca fosilin yaratılışı ispat ettiğini herkese göstermek istiyorum.

Kaynak: http://www.evrimteorisi.info/

Siirtte bebeklere tecavüz terörü bize hala bir şey anlatmıyor mu?



Türkiye Siirt’te yaşanan tecavüz haberi ile çalkalanırken dün bu sefer daha da dehşetli bir haber geldi. Bu sefer 8 ilkokul öğrencisi 2 yaşında ve 3 yaşında çocuğa tecavüz edip derede boğmaya çalıştılar. Yine aynı öğrenciler 15 yaşındaki genç bir kızın uygunsuz fotoğraflarını çekip onu tehdit ederek kendilerine küçük çocuk getirmesini istediler! Düşünebiliyor musunuz daha ilkokul öğrencisi olan bu çocuklar uygunsuz fotoğraf çekip bir kıza şantaj yapabiliyorlar, küçücük bir çocuğa hep birlikte tecavüz edebiliyorlar sonra da bu zavallı çocuğu hep birlikte derede boğabiliyorlar ve ertesi gün tekrar aynı vahşeti yapmak için yeni bir hedef arıyorlar! Ve içlerinden birinin bile vicdanı sızlamıyor!

Şimdi Türkiye şok olmuş bir şekilde yaşanan bu vahşeti seyrediyor ve bütün bunların nasıl yaşandığına şaşırıyor. Peki neden şaşırıyor? Neden şimdi “nasıl tedbir alalım” diye düşünüyor? Neden şimdi “bu çocukları nasıl topluma kazandırırız” diye düşünüyor? Artık iş işten geçmedi mi? Artık karşınızda bir insan yok ki, adeta canavarlaşmış bir beden var, hayvandan farkı olmayan, tamamen dürtülerle hareket eden, içinde hiçbir vicdan kıpırtısı olmayan. Bu çocuklar tam anlamıyla maneviyattan, Allah korkusundan, Kuran’dan habersiz yetiştirilmiyorlar mı? Daha küçük yaştayken bu küçük çocuklara güzel ahlak, sevgi, şefkat, merhamet, dostluk, ahiret inancı öğretiliyor mu? Hiçbir şey öğretmediğiniz, tam anlamıyla materyalist yetiştirdiğiniz çocukların nasıl olmasını, nasıl davranmasını bekliyorsunuz? İşte kimi böyle canavarlaşıyor, kimi son derece acımasız sadece kendisini düşünen bir insana dönüşüyor, “benden başka bütün dünya yansın umurumda değil” diyor, kimi yerde yatan bir insan gördüğünde üzerinden atlayıp geçiyor, kimi çekip tüm ailesini vuruyor, katlediyor. Türkiye’de bunlarla karşılaştığı zaman şaşırıp duruyor. Söylediğim gibi ne bekliyorsunuz ki, bir çocuğa nasıl bir eğitim nasıl bir ahlak anlayışı verdiniz ki şimdi şaşırıp duruyorsunuz?

Daha önceki yazılarımda bütün bunların çözümünün Doğu Anadolu’da maneviyatı arttıracak yoğun bir program yapılması olduğunu yazmıştım. Bunun için öncelikle TRT Şeş kanalında dini eğitim veren, Kuran ahlakının anlatıldığı çok hikmetli ve güzel programlar hazırlanabilir. Burada çok değerli profesörler, din âlimleri konuşabilir, halkı bilinçlendirebilir. Halkımıza yine maneviyatlarını arttırmaları için ücretsiz kitaplar dağıtılabilir, ücretsiz konferanslar düzenlenebilir. Oradaki insanlar materyalist zihniyetten biran önce kurtarılmalı, dine, imana ve güzel ahlaka döndürülmelidir. Ard arda yaşanan vahşetlerin tek çözümü budur. Bu yapılmadığı takdirde Türkiye yaşanacak olan yeni saldırılara hazırlıklı olmalı ve hiçbir şekilde şaşırmamalıdır. Ancak bir toplumu küçük yaşta Kuran ahlakıyla, imanla, Allah korkusuyla, ahiret inancıyla yetiştirirseniz o zaman o insanın vicdanlı, güzel ahlaklı ve dürüst olmasını bekleyebilirsiniz. Aksi taktirde Allah’tan habersiz, tam anlamıyla materyalist, çıkarcı, zorba ve insanlıktan çıkmış bir toplumda yaşamak durumda kalırsınız ve her gün birbirinden dehşet verici olaylara işte böyle şahit olursunuz.

http://www.kuranahlaki.com/

Yazılarımla birlikte çok farklı konularda hazırladığım çok güzel galerilerimi mutlaka ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Ayrıca http://blog.milliyet.com.tr/Arsiv.aspx?UyeNo=1589933&KategoriNo=66 sayfamda Kitap bölümüne açtığım kitapların hepsini ismini yazarak ücretsiz internetten okuyabilirsiniz.

Bediüzzaman Risalelerde Mehdi’nin şahıs olarak geleceğini 63 kere söylüyor



Üstadın, Risale-i Nur Külliyatı'nda 63 defa Hz. Mehdi'nin bir şahıs, bir zat, bir insan olarak geleceğini ifade etmesine rağmen bazı Nur talebesi kardeşlerimiz Hz. Mehdi’nin bir şahıs olarak geleceğini kabul etmek istemiyorlar. Kimi Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi olduğunu söylüyor, kimi Hz. Mehdi’nin şahsı manevi olduğunu söylüyor. Oysa Bediüzzaman Risalelerde ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’den çok detaylı bahsetmiştir. Bu kişi Hz. İsa ile birlikte tüm dünyaya İslam’ı hâkim edecektir. Sait Nursi bu kişinin Risalelerden yararlanacağını, materyalizmi tam anlamıyla çökerteceğini de bildirmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi olmadığını bizzat kendisi ifade etmiş, talebelerinden Seyyid Salih Özcan’a “Keçeli, Keçeli, ben görmeyeceğim ama sen Hz. Mehdi’yi göreceksin” demiştir.

Sait Nursi Barla Lahikasın’da ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi’nin bir neferi olduğunu söylemiştir. Yine ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi’den “acip şahıs” diye şöyle bahsetmiştir.

Senin şu âciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardeşin, bin derece haddimin fevkinde olarak, kendimi o gelecek adam olduğumu iddia edemem, hiçbir cihette liyakatim yoktur. FAKAT O İLERİDE GELECEK ACİP ŞAHSIN (12. TEKRAR) BİR HİZMETKÂRI VE ONA (13. TEKRAR) YER HAZIR EDECEK BİR DÜMDÂRI VE O BÜYÜK KUMANDANIN (14. TEKRAR) PÎŞDÂR BİR NEFERİ OLDUĞUMU ZANNEDİYORUM. Ve ondadır ki, sen de yazılan şeylerden o acip kokusunu aldın. (Barla Lahikası, sf. 162)

Bediüzzaman yine Mektubat isimli eserinde Kutb-u Azam olarak bir zatın yani Hz. Mehdi’nin geleceğini şöyle ifade etmiştir:

AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA, ELBETTE EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD (15. TEKRAR), HEM EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD (16. TEKRAR), HEM HAKİM (17. TEKRAR), HEM MEHDİ (18. TEKRAR), HEM MÜRŞİD (19. TEKRAR), HEM KUTB-U AZAM (20. TEKRAR) OLARAK BİR ZAT-İ NURANİYİ (21. TEKRAR) GÖNDERECEK VE O ZAT (22. TEKRAR) DA, EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN OLACAKTIR. (Mektubat, 425-426)

Nur Talebesi kardeşlerimiz Bediüzzaman’ın eserlerini incelediklerinde tam 63 yerde Hz. Mehdi’den bahsedildiğini göreceklerdir. Böyle önemli bir gerçeği tüm Müslüman kardeşlerimizin kabul etmesi ve birbirlerine bu konuda destek olmaları, birlik olmaları gerekmektedir. İslam şu ana kadar tüm dünyaya hâkim olmadığına göre Bediüzzaman’ın söylediği gibi bu şerefli görevi Hz. Mehdi ve Hz. İsa birlikte yerine getireceklerdir. Bu gerçekleri şimdi kabul etmek istemeyenler Hz. Mehdi’yi ve Hz. İsa’yı karşılarında gördüklerinde hiçbir açıklama getiremeyecekler. Bu yüzden bize düşen tüm Müslüman kardeşlerimizi bu hakikatler ile ilgili bilgilendirmek ve gerçekleri mutlaka görmelerini sağlamaktır.

Kaynak: kutubisittedemehdiveisa.com

Kehf Suresinden Ahir Zamana İşaretler – E Book



Bildiğiniz gibi Kuran’da geleceğe dair işaretler ve üzerinde düşünülmesi gereken birçok sır yer alıyor. Bu sırlardan bazıları da Kefh Suresinde gizlenmiş. Kefh Suresi’nde aynı zamanda ahir zamanda yaşanacak olaylardan bahsediliyor. Bu mükemmel kitabı internete ismini yazarak hiçbir ücret ödemeden okuyabilirsiniz. Kitabı okuduğunuzda Kefh suresinde yer alan sırları öğrenecek ve gerçekten çok şaşıracaksınız.

Kehf Suresi'nde, ahir zamanda çıkacak olan Deccal'den ve onun yeryüzüne yaymak istediği dinsizlik akımlarından korunmak ve insanlığa bela getirecek olan bu fitneye karşı mücadele edebilmek için gerekli işaretler, ayrıca Müslümanların alması gereken derslerde bulunuyor.

Kitapta yer alan bazı bölümler şunlar: Giriş, Kefh Suresinden Ahir Zamana İşaretler. Bu kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. Kuran’ın sırlarını öğrenebilmeniz için çok güzel hazırlanmış bir eser.

Yazılarımla birlikte çok farklı konularda hazırladığım çok güzel galerilerimi mutlaka ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Ayrıca http://blog.milliyet.com.tr/Arsiv.aspx?UyeNo=1589933&KategoriNo=66 sayfamda Kitap bölümüne açtığım kitapların hepsini ismini yazarak ücretsiz internetten okuyabilirsiniz.

Tüm Türkiye’de neden fosil sergileri yapılmasın?



Bildiğiniz gibi geçtiğimiz yıllarda tüm Türkiye çapında yaratılışçılar tarafından fosil sergileri düzenlendi. Konferans salonlarında, metrolarda, restaurantlarda, caddelerde, alışveriş merkezlerinde kısaca her yerde fosil sergisi ile karşılaşabiliyorduk. Üstelik bu fosil sergileri son derece profesyonel hazırlanmıştı. Çok kaliteli afişler ve hiç değişmeyen milyonlarca yıllık fosiller özel camekânlı kutularda sergileniyordu. Böylece insanlar hayvanların ve bitkilerin milyonlarca yıl geçmesine rağmen hiç değişmediğine kendi gözleriyle şahit oluyorlardı. Hatta çok dikkatimi çeken bir diğer uygulama ise milyonlarca yıllık fosil ile günümüzde yaşayan canlı halinin yan yana sergilenmesiydi. Mesela milyonlarca yıllık bir kaplumbağa fosilinin yanına günümüzde yaşayan ve canlı örneği yan yana konmuştu, böylece insanlar canlıların hiç değişmediğini, yani evrim geçirmediklerini gözleriyle görüyor ve aynı zamanda evrime inanmadıklarını ifade ediyorlardı.

Söylediğim gibi bu fosil sergileri sadece İstanbul’da değil tüm Türkiye’de gerçekleştirildi ve binlerce insan tarafından ziyaret edildi. Fakat şimdi duyduğum kadarıyla fosil sergisi açmak iyice zorlaşmış. Bunun nedeni de evrimcilerden gelen tepkilermiş. İşte ben böyle bir uygulamayı gerçekten anlayamıyorum. Eğer evrimcilerde kendilerine güveniyorlarsa onlarda sergi açsınlar, hatta Taksim Meydanı’nda düzenlesinler ve söyledikleri gibi yüzlerce ara formu her yerde sergilesinler. Biliyorsunuz evrim teorisine göre canlılar birbirine dönüşürken fosil katmanları arasında binlerce ara form olmalı. Kolları yarı gelişmiş, bacakları yarı gelişmiş, güya balıktan sürüngene dönüşmek üzere, güya sürüngenden kuşa dönüşmek üzere son derece ucubik, yamuk yumuk canlı fosilleri bulunmalı. Fakat yok, hem de bir tane bile yok! Bu yüzden de evrimciler tek bir ara fosil gösteremiyorlar. Bulunan fosil kayıtlarının hepsi son derece düzgün ve mükemmel yaratılmış canlılara ait.

Darwin’de yeryüzü katmanlarında neden böyle ara geçiş formlarının bulunmadığına hayret ediyor ve bu hayretini şöyle dile getiriyor:

Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır. Charles Darwin, The Origin of Species, s. 172, 280

21. Yüzyıl Türkiye’si son derece demokratik olmalı, kişilerin hak ve özgürlükleri hiçbir şekilde kısıtlanmamalı. Avrupa Birliği’ne girme düşüncesinde olan Türkiye’nin her bireyi bütün düşüncelerini özgürce ifade edebilmeli, kitap yazabilmeli, sergi düzenleyebilmeli. Ve diğer insanlarda bu yazıları, kitapları okuyabilmeli, televizyon programlarını seyredebilmeli, sergileri gezebilmeli ve daha sonra da özgürce düşüncelerini açıklayabilmeli. Hiçbir konuda asla baskı ortamı oluşturulmamalı, herkes istediği görüşe inanmalı. Ancak bu şekilde demokratik bir ülkeye sahip olabiliriz, baskıyla, yasaklamayla, zorlaştırmalarla hiçbir yere varamayız. Hiçbir yere varamadığımız gibi insanların gerçekleri görmesini de engelleyemeyiz…

Bu yazıma canlıların nasıl hiç değişmediğini gösteren milyonlarca yıllık fosil resimleri ekleyeceğim, bu galeriyi de ziyaret edebilirsiniz.

Kaynak: www.evrimteorisi.info

Yazılarımla birlikte çok farklı konularda hazırladığım çok güzel galerilerimi mutlaka ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Ayrıca http://blog.milliyet.com.tr/Arsiv.aspx?UyeNo=1589933&KategoriNo=66 sayfamda Kitap bölümüne açtığım kitapların hepsini ismini yazarak ücretsiz internetten okuyabilirsiniz.

22 Nisan 2010 Perşembe

Topraktan yaşama, birkaç adım sonra da mezara…



Hiç televizyonda podyuma çıkan mankenleri izlediniz mi? Yüzlerinde son derece donuk ve anlamsız bir ifade ile bir yerden aniden çıkıp çok kısa bir süre podyumda yürüyüp sonra aniden kayboluyorlar. Tıpkı topraktan çıkıp çok kısa bir süre yaşayıp tekrar toprağa dönme gibi… Ömürleri gerçekten kısacık, sanki bir göz çarpması gibi. Bir bakıyorsunuz çok güzel ve gençler, bir bakıyorsunuz yaşlanıp ölmüşler ve toprağın altına girmişler. Kendince çok havalı ve çok güzel olan hiç kimse bu döngüden asla kurtulamıyor, zamanı uzatmak istese onu da başaramıyor. Bir anda yaşlanıp çöküyor, acizleşiyor, unutuluyor ve sonunda da ardında hiçbir iz bırakmadan ölüp gidiyor. Bir sonraki nesil bir önceki neslin adını sanını bile hatırlamıyor, hepsi unutuyor, ardında hiçbir iz bırakmadan kaybolup gidiyor…

İşte dünya hayatı tıpkı podyumda atılan birkaç adım gibi, çok ama çok kısa. Görmek istiyorsunuz, yakalamaya çalışıyorsunuz, ama bir bakıyorsunuz avuçlarınızdan kayıp gitmiş. O podyumda yürüyen milyonlarca manken şu anda toprağın altında sessizce yatıyorlar. O güzel bedenlerinden, yüzlerinden, gözlerinden, harika saçlarından eser bile kalmamış. Mezarların altı tamamen sessiz, çıt bile çıkmıyor. O podyumlarda yaşanan debdebeden, kahkahalardan, sevinç çığlıklarından eser bile yok. Mezarın altında ne parfüm kokusu var, ne kola takılan Chanel çantalar var, ne marka saatler, gözlükler var, hiçbirşey ama hiçbirşey yok, sadece uzun ve düzgün kemikler var o kadar. Dünyada sahip oldukları hiçbir şey de yok, ne Miami’de kaldıkları oteller, ne sabahlara kadar eğlendikleri partiler, ne sahip oldukları spor arabalar, ne de yüzlerce çift marka ayakkabılar. Sadece ama sadece derin bir sessizlik ve tek başına mezarda yatan küçücük bir torbaya sarılı kemikler var o kadar…

Gördüğü her görüntünün sonunu düşünmeyen insan adeta bir hayal dünyasında yaşıyor demektir. Baktığı anda dış dünyayı pespembe görür. Güzel insanlar, müthiş bir zenginlik, harika vücutlar, marka kıyafetler… Kendince bunlara özenir, sahip olamadığı için yakınır ve hayatı boyunca bunlara sahip olmak için didinip durur. Kimi de kendi bedenini beğenmez, güzel vücutlu insanları kıskanır, hayatı boyunca eziklik duyar. Peki ya sonunda ne olur? Sonunda herkes aynı mezara ve aynı toprağın altına girer. Bütün güzellikler bir anda kaybolup gider. Bu yüzden gördüğünüz her görüntünün sonunu mutlaka düşünün. Gördüğünüz olağanüstü güzel bir yüz, harika bir ses, mükemmel bir beden bir gün mutlaka yok olup gidecektir. Allah her gün binlerce insanı toprağın altına geri gönderir ve geriye onlardan hiçbir şey kalmaz. Bu yüzden gerçek değerli olan insanın yalnızca takvasıdır, geriye yalnızca Allah için yaptıkları ve salih amelleri kalır. Onun dışında şu dünyada yaşayan milyarlarca insan çok kısa ömürlerini tüketip bir daha asla dönmemek üzere toprağa girecektir. Şu anda hayatta olmalarının nedeni kendileri için belirlenen ölüm gününü ve saatini beklemeleridir…

Allah dilediğine rızkı genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysaki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası değildir. (Ra'd Suresi, 26)

İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)

Kaynak: www.dunyahayati.com

Neden İzlanda?



Her geçen gün dünya birbirinden değişik olaylarla sarsılıyor. Bir gün Çin’de çok büyük bir deprem oluyor, diğer bir gün Polonya devlet başkanını taşıyan uçak düşüyor, hemen ardından İzlanda’da volkan patlıyor, Avrupa hava trafiği bir anda duruyor, büyük bir felaket yaşanıyor ve binlerce insan mağdur oluyor. Bazı insanlar bütün bu olayların tesadüfler neticesinde gerçekleştiğini düşünüyorlar. Hâlbuki ahir zamandayız. Daha önceki yazılarımda da ahir zamanda arka arkaya çok değişik ve hayret verici olaylar yaşanacağını yazmıştım. Tüm dünya gördüğünüz gibi nefes almadan her yeni güne yepyeni bir olayla uyanıyor. Bir felaket diğerini izliyor, bir deprem diğerini takip ediyor…

Ahir zamanda depremlerin artacağı hadiste şöyle bildiriliyor:

Barınacak evler, sizi taşıyacak hayvanlar bulamayacağınız günler yaklaşmıştır. Çünkü evlerinizi depremler yıkacak. (Kıyamet Alametleri, s. 146)

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Depremler çoğalacak. (Ramuz-El Ehadis, 476/11)


Söylediğim gibi bazı insanlar bütün yaşanan bu son derece olağanüstü olayları tesadüflere bağlıyorlar, hepsine kendilerince bir sebep buluyorlar. Oysa bütün olaylar daha kâinat yaratılmadan Allah tarafından saniyesi saniyesine belirlenmiştir. O gün, o saat, o dakika ve o saniye geldiğinde önceden belirlenmiş olan olaylar tam zamanında gerçekleşir, ne bir dakika önce ne bir dakika sonra. Allah’tan habersiz tek bir yaprak bile düşmeyeceğine göre dünya çapında yaşanan bütün olaylarda çok büyük bir hikmet gizlenmiş demektir. Bütün bu olaylar insanların derin düşünmesine, gerçekleri bir an için görmelerine vesile olur, dünyanın ne kadar geçici bir yer olduğunu anlamlarını sağlar. Tek bir depremde, birkaç saniye içinde binlerce insan her şeylerini geride bırakarak ahirete gider. İşte bütün bunları gören ve seyreden insan ölümün ne kadar yakın olduğunu çok açık bir şekilde görmüş olur. Dünyanın ne kadar boş olduğunu, gerçek yurdun ahiret olduğunu çok net bir şekilde anlamış olur.

Peki volkan konusuna gelirsek neden İzlanda? İzlanda ateizmin en yaygın olduğu ülke. Dünyada en mutsuz, en çok depresyonda olan insanların yaşadığı ülke. Yapılan araştırmalara göre en çok evrime inanan ülke. İşte bütün bu olağanüstü olaylar insanlara Allah’ın sonsuz kudretini gösteriyor ve hepsinde hem açık hem de çok gizli hikmetler var, tabii sadece görebilenler için…

http://yasananahirzaman.com/index.php

20 Nisan 2010 Salı

Hz. İsa’nın ikinci kere yeryüzüne gelişi İncil’de nasıl bildiriliyor?



Hz. İsa’nın kıyametten önce yeryüzüne tekrar döneceği Kuran’da çok açık bir şekilde bildiriliyor. Hz. İsa’yı öldürmedikleri, asmadıkları, onlara Hz. İsa’nın benzerinin gösterildiği de yine ayetlerle açıklanıyor. Bugün sizlerle hem Kuran’da hem de İncil’de Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne dönüşünün nasıl bildirildiğini paylaşmak istiyorum.

Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak ÖLDÜRMEDİLER. (Nisa Suresi, 157)

"Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden temizleyeceğim ve SANA UYANLARI KIYAMETE KADAR İNKÂRA SAPANLARIN ÜSTÜNE GEÇİRECEĞİM..." (Al-i İmran Suresi, 55)


"ANDOLSUN, KİTAP EHLİNDEN, ÖLMEDEN ÖNCE ONA İNANMAYACAK KİMSE YOKTUR. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahid olacaktır." (Nisa Suresi, 159)

Hz. İsa kıyametten önce tekrar yeryüzüne gelecek ve Hz. Mehdi ile birlikte tüm dünyaya İslam’ı hâkim edecektir. Hz. İsa’nın yeryüzüne dönüşü İncil’de de şu şekilde bildirilir:

İSA PEYGAMBER: "SİZİNLE DÜNYANIN SONUNA KADAR BİRLİKTE OLACAĞIM" DER. (MATTHEW 28:20)

Yukarıda İncil’de geçen dünya kelimesinin orjinali aeon olup çağ anlamına gelmektedir. Bu da İncil’de Hz. İsa’nın bu çağın sonuna kadar insanlarla birlikte olacağının bildirilmesi anlamına gelmektedir. Çağın sonu kıyamettir. Kıyametten önce Hz. İsa tekrar yeryüzüne gönderilecektir. Daha önce hadislerde kıyametin yaklaşık 2120 yılında kopacağını açıklamıştım. İşte bu tarihten önce Hz. İsa tekrar yeryüzüne dönecek ve Hz. Mehdi ile buluşacaktır. İkisi birlikte Ayasofya’da ve Kudüs’te namaz kılacaklardır. Hz. Mehdi, Hz. İsa’dan önce tüm dünyada materyalizm felsefesini yıkacak ve İslam’ı tüm dünyaya yayacaktır. Hz. İsa’da Hıristiyanları hak din olan İslam’a döndürecek, böylece İslam tüm dünyaya hakim olacaktır.

Hz. İsa’nın o nurlu ve güzel yüzünü Allah’ın izniyle bu yüzyılda göreceğiz. Bu yüzyılda tekrar bir peygamber görmenin müthiş mutluluğunu yaşayacağız. O mübarek insan güzel elleriyle insanların yüzlerini mesh edecek ve tüm Hıristiyanları hak din olan İslam’a döndürecek. Bizlerde ayetlerde ve hadislerde bildirilen olayların tek tek gerçekleştiğine şahit olacak ve Rabbimize şükredeceğiz…

Kaynak: www.hazretiisagelecek.com/ www.hazretimehdi.com/

Sansürsüz Programında evrimciler yine çırpınıp durdular!



Dün akşam yayınlanan Sansürsüz programını seyrettiniz mi bilmiyorum ama eğer seyretmediyseniz çok şey kaçırmışsınız demektir. Bu programları kaçırmamanız çok önemli, çünkü her program evrimcilerin nasıl çaresizlik içinde kıvrandıklarını çok açık bir şekilde gösteriyor, hiçbir soruya doğru dürüst cevap veremiyorlar. Bizde koltuklarımıza oturup 21. Yüzyıl bilimi karşısında yenik düşen evrimcilerin geçirdiği hezeyanları keyifle izliyoruz. Evrimciler Yiğit Bulut’un “12 yaşındaki çocuğa evrimi anlatmak isteseniz nasıl anlatırsınız” sorusuna tam kırk dakika hiçbir cevap veremediler, lafı ağızlarında geveleyip durdular. Tek bir açıklama bile alamayan, evrimcilerin hikmetsiz konuşmalarından hiçbir şey anlamayan Yiğit Bulut da boş yere yanıt almak için çırpınıp durdu. Oysa evrimciler bu yüzyılda o kadar çok konuda köşeye sıkıştılar ki tabii ki cevap vermek yerine sürekli demagoji yapma yöntemleri deniyorlar.

Aslında evrimcileri o programın ilk dakikasında susturmak çok kolaydı. Tek bir protein bile tesadüfle olamıyor, 300 milyon fosil yaratılışı ispat ediyor, tek bir ara geçiş formu yok! Eğer ara geçiş formu varsa yaratılışçılar 10 trilyon veriyorlar, neden gidip almıyorsunuz? Dawkins neden yaratılışçılarla karşı karşıya gelmekten çekiniyor? Yurtdışındaki gazetelerde çarşaf çarşaf Dawkins tartışmaya davet ediliyor ama sürekli kaçıyor, eğer kendinize güveniyorsanız neden yaratılışçıların karşısına çıkmıyorsunuz? Neden teoriyi ortaya atan Darwin bile “neden ara geçiş formu bulamıyoruz, neden yer altında çok sayıda ara geçiş formu yok?” diye sorarken hatta “şu anda tek düşündüğüm intihar etmek üzere olduğum” diye çırpınırken siz hala teoriyi ayakta tutmaya çalışıyorsunuz? Tek bir proteinin oluşması için başka bir protein gerekiyor, o zaman canlılık nasıl tesadüfen oluşabilir? gibi daha yüzlerce soru ile evrimciler darmadağın edilebilirdi. Bu sorular sorulamasa da evrimcilerin hiçbir doyurucu açıklama yapamamaları aslında kendilerinin de bu teorinin ne kadar çarpık bir teori olduğunu bilinçaltında bildiklerini gösteriyordu.

Evrimcilere programda sorulacak çok önemli bir konu daha vardı. Evrimciler “biz bilim adamıyız, biz keşfederiz!” diye övünüp duruyorlar. Sen sadece beyninin içinde yaşayan bir insansın. Dışarıda ses yok, ışık yok, dışarısı kapkaranlık. Sen beyninin içinde küçücük bir yerde apaydınlık bir dünya seyrediyorsun. Üstelik beyninin içinde bu görüntüleri gören bir göz, sesleri duyan bir kulak var ama etten ve kemikten değil. Sen sadece bu monitörde sana gösterilen görüntülerle muhatapsın, asla o monitörün başından kalkamıyorsun. Beynine giden elektrik sinyali koptuğunda olduğun yerde kalakalıyorsun. Şimdi bu kadar aciz bir konumdayken, sadece Allah’ın sana gösterdiği görüntülerle muhatapken neyin biliminden ve bilim adamı olmaktan bahsediyorsun? Sen ancak Allah’ın sana ilham ettiği şeyi keşfedebiliyorsun, O’nun sana öğrettiklerini araştırabiliyorsun. Eğer gerçekten bilim adamı olmak istiyorsan o görüntünün dışına çıkman lazım, sadece beyninin içinde oluşan görüntüleri değil dış dünyanın aslına ulaşman lazım ama bunu yapacak gücün yok, çünkü böyle yaratılmışsın. Dış dünyada madde tamamen saydam, bunu bilim adamları kabul ediyorlar. Dış dünyadan beynimize gelen görüntülerin elektrik sinyalleriyle beynimizin kapkaranlık bir bölgesinde apaydınlık şekilde oluştuğunu da biliyorlar ama hala büyüklenebiliyorlar.

Söylediğim gibi evrimciler artık iyice köşeye sıkıştılar. Bütün bu sorulara verecek tek bir cevapları dahi yok. Kendi beyinlerinin içinde gördükleri görüntüler karşısında çırpınıp duruyorlar, daha dış dünyanın aslına asla ulaşamayacaklarının farkında bile değiller. Onları seyretmenin en eğlenceli yanlarından biri de bu işte… Bu programların hiçbirini kaçırmamanızı tavsiye ederim, tarihi yenilişin programları bunlar, evrimcilerin nasıl köşeye sıkıştıklarının tüm dünyaya sergilendiği programlar bunlar….

Kaynak: http://www.evrimicokertensiteler.com/ http://www.maddeninardindakisir.com/

Denizaltında yaşayan nudibranchlar göz kamaştırıyor



Hiç denizaltında yaşayan Nudibranchların ne kadar muhteşem renklere sahip olduğunu gördünüz mü? Tüm âlemleri mükemmel yaratan Allah denizin metrelerce derinliğinde, hiç görmediğimiz yerlerde böyle birbirinden güzel ve etkileyici canlılar yaratmış. Üstelik bu canlılar sadece güzellikleri, ihtişamlı renkleri ile insanları büyülemiyor. Aynı zamanda gösterdikleri inanılmaz savunma sistemleri, korunma teknikleri, beslenme şekilleri de insanı hayrete düşürüyor, hepsi Allah’ın eşsiz sanatını yansıtıyor.

Bildiğiniz gibi Nudibranch kabuğu olmayan bir salyangoz türüdür. Bu salyangoz çok parlak renklere sahiptir ve son derece göz alıcıdır. Fakat bu özellikler hayvanlar için çok cazip olmasına rağmen çok az hayvan Nudibranchlar'la beslenir. Bunun sebebi Nudibranch'ın ısırgan hücreleridir. Bu hücreler hayvana çok iyi bir koruma sağlar. Nudibranch bu ısırgan hücreleri kendisi üretmez. Hyroid denen canlıları yer ve onları sindirim sisteminde öğütmez. Bu hayvanlar Nudibranch'ın sindirim sistemi içinde koruyucu mukusla kaplanır ve ısırgan hücre olarak ona bir koruma sağlar. Gördüğünüz gibi hydroid denen canlılar nudibrancha hiç zarar vermezken onu düşmanlarından çok iyi korur. Bütün bu detaylar karşısında insan mutlaka durup düşünmeli, her yaratılan canlının Allah’ın aklını ve güzelliğini yansıttığını görmelidir.

Bu yazıma birbirinden güzel Nudibranch resimlerini de ekleyeceğim, bu resimlere baktığınızda, denizin derinliklerinde, hayatınızda hiç görmediğimiz yerlerde, hayvanların nasıl mükemmel bir sanatla yaratıldığına şahit olacaksınız.

O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O'nun "ol" dediği gün (herşey) oluverir, O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır. (En'am Suresi, 73)

http://www.denizlerdekimucize.com/

İzlanda kaynaklı duman bulutu Mehdi'nin çıkış alameti mi?



Biliyorsunuz İzlanda da patlayan bir yanardağ Avrupa havayollarının iptal olmasına sebep oldu. İzlanda'da neredeyse 200 yıldır süren ve sessizliğini geçtiğimiz ay bozan yanardağda yeni patlamalar meydana geldi. Patlamalar nedeniyle oluşan kül bulutu, Avrupa'da hava trafiğini felç etti. Dün Kuzey Avrupa'da yüzlerce uçuş iptal edilmişti, Bugün Avrupa Havacılık Kontrol Ajansı Eurocontrol tarafından yapılan açıklamada, en azından 24 saat daha uçuşların gerçekleşemeyeceği bildirildi. 6 kilometre yüksekliğe ulaşan kül bulutunun İsveç hava sahasına ulaşması nedeniyle ülkenin kuzeyindeki Skellefteo, Luleo ve Kiruna’dan yurt içi seferler yapılamıyor. İngiltere’de de kül alarmı verildi. Volkan görüntülerini bu linkten seyredebilirsiniz: http://www.sinirsizvideoizle.com/tag/izlanda-volkan-goruntuleri

Bilindiği gibi Hazreti Mehdi Hazretleri ahir zamanda gelip zulümle dolu olan dünyaya adaleti getirecektir. Onun geliş alametlerinden biri de büyük bir toz bulutunun fitneler ile birlikte görülmesidir. Hadiste önce tozlu dumanlı bir fitne görüleceği ve bunu diğerlerinin takip edeceği bildirilir:

Tozlu dumanlı, karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek...
(Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 26)


Bu hadiste, Mehdi'nin çıkışından önce, tozlu ve dumanlı, karanlık bir fitnenin görüleceğinden söz edilmektedir. Fitne, "insanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya hak ve hakikatten saptıracak şey, savaş, azdırma, karışıklık, ihtilaf, kavga" gibi anlamlara gelen bir kelimedir. Hadiste bu fitnenin ardında toz ve duman bırakacağı belirtilir. Ayrıca bu fitnenin "karanlık" olarak nitelendirilmesi, nereden geldiği belli olmayan, umulmadık bir olay olduğuna işaret kabul edilebilir.

Bu açılardan bakıldığında söz konusu hadisin, 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri'nin New York ve Washington şehirlerinde meydana gelen, dünya tarihinin en büyük terör olayı olarak nitelendirilen saldırıya işaret etmesi muhtemeldir. Televizyon ekranlarında ve gazetelerde de şahit olunduğu gibi, bu iki büyük terör olayının ardından büyük bir toz bulutu ve duman çevreyi sarıp kuşatmıştır. Bu olaydan sonra da şimdi İzlanda’da 200 yıldır sakin duran volkan patlamış ve dumanlar uzaydan bile görünmüştür.

Kaynak: http://www.hazretimehdi.com/

Kutlu Doğum Haftası ve Peygamberimiz Hz. Muhammed – E Book



Kutlu doğum haftasında zamanın en mükemmel, en şahane, en güzel ve en mübarek insanı olan peygamberimiz Hz. Muhammed’i hep birlikte birçok etkinlikle anıyoruz. Allah’ın son peygamber olarak gönderdiği Hz. Muhammed son derece güzel ahlakı, takvası, Allah’a olan yakınlığıyla tüm insanlara örnektir. Her Müslüman’ın peygamberimizin hayatını öğrenmesi, onun sabrını, tevekkülünü, şahsiyetini, zorluklar karşısında asla yılmamasını, eşsiz şefkatini ve merhametini görmesi, bilmesi gerekir. Bunun için de bu kutlu doğum haftasında tüm insanlara verilecek en güzel hediye kuşkusuz güzeller güzeli peygamberimizin hayatını anlatan bu çok güzel eserdir.

Bu eseri ismini yazarak internetten hiçbir ücret ödemeden okuyabilirsiniz. Peygamberimizi hiç görmesek de onun hadislerini okuyarak, güzel tavırlarını öğrenerek ona benzemek için çok gayret edebiliriz. Kitapta yer alan bölümler şunlar: Peygamberimizin güzel ahlakı, peygamberimizin tebliğ, peygamberimizin şemal-i şerifi, peygamberimizin güzel hayatı, peygamberimizin geleceğe dair verdiği haberler. Bu kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.

"Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resulü'nde güzel bir örnek vardır." (Ahzab Suresi, 21)

Bu linkten kitabı okuyabilirsiniz: http://www.harunyahya.org/imani/hz_muhammed/hz_muhammed1.html

Hayvanlardaki muhteşem sevgi nasıl açıklanır- Video



Bugün sizlerle dün seyrettiğim çok güzel bir videoyu paylaşmak istiyorum. Bu linkten mutlaka seyretmenizi tavsiye ediyorum. http://www.youtube.com/watch?v=NA1i36Dd1qs&feature=fvst Videoyu seyrettiğinizde gerçekten sizde çok şaşıracaksınız. Son derece yırtıcı olan aslanlar bir insana nasıl sevgi gösteriyorlar?

İşte bu da başka bir video:

http://www.youtube.com/watch?v=t3TAJLSXOW4&feature=related Bu video da da bir aslan yetiştiren iki kişi yıllar sonra aynı aslanla karşılaşıyorlar, aslan onları tanıyarak inanamayacağınız şekilde sevgi gösteriyor.

Şimdi evrimciler hayvanlarda nasıl böylesine yoğun bir sevgi oluştuğunu açıklayabilirler mi? Bu kadar yırtıcı bir hayvan nasıl olup da hem bir insana hem de yavrularına karşı bu kadar sevgi dolu ve merhametli oluyor? Hayvanlar aynı zamanda yavrularını korumak için her türlü tehlikeyi göze alır, kimi zaman kendi yaşamlarını dahi feda ederler. Çünkü canlılar evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüfen var olmamışlardır.

Tüm bu canlıları Allah yaratmıştır ve onlara hiçbir şekilde açıklanamayacak olan şefkat, merhamet ve fedakârlık gibi duyguları ilham etmiştir. Bütün bunlar Allah’ın muhteşem yaratışının eseridir. Videoları seyrettiğinizde anlayacaksınız.

http://www.hayvanlaralemi.net/

Bu karşınızda duran robot mu yoksa insan mı?



İşyerinde çalışan bazı insanlara bakıyorum da “acaba robot mu, yoksa insan mı?” diye düşünmeden edemiyorum. Bunlar kafalarını bilgisayar ekranından hiç kaldırmayan insanlar. Sabah 7:00’da masasının başına oturup akşam 19:00’a kadar nerdeyse hiç kalkmayan insanlar bunlar. Arada da toplantıdan toplantıya koşuşturup duruyorlar. Önlerinde duran bilgisayar ekranının içinde adeta kaybolmuş gibiler. Bir soru sorduğunuzda yüzlerini bile çevirmeden hemen olabilecek en kısa cevabı verip ekrana kafalarını geri çeviriyorlar. O büyülü ekrandan bir saniye bile olsun ayrılmak istemiyorlar. Hayatlarındaki en önemli şey yaptıkları iş, yürüttükleri projeler, yeni girecekleri ihaleler, yeni geliştirecekleri organizasyonlar. Başka hiçbir şey düşünmüyorlar. İşte o zaman insan durup düşünüyor, bu insanın robottan farkı ne? Adeta ruhu yok gibi, taş gibi bir insan. Son derece materyalist, sevgisiz, ilgisiz ve donuk…

İşte 21. Yüzyılda tam anlamıyla materyalist kafaya sahip insanların ne kadar acınacak durumda olduğunu görüyor musunuz? Bu insanların ruhundaki bütün güzellikler adeta kaybolmuş gibi. Bir çiçek görseler bakmıyorlar, masmavi gökyüzünü, gözlerinin önünde yaratılan onca güzelliği hiç ama hiç görmüyorlar. Eğer çıkarlarına uyarsa sizinle bağlantıya geçiyorlar, aksi takdirde yüzünüze bile bakmıyorlar. Onların sevgi göstermelerini, karşılarındaki insana şefkat duymalarını, mütevazi olmalarını, güzel ahlak göstermelerini beklemek nerdeyse imkansız. Sokakta önlerinde düşen bir insana yardım etmeleri de imkansız. Aç olduğunu söyleyen bir insana yardım eli uzatmaları da öyle. Bunları anlattığınızda böyle bir dönemde bunları yapan insanların ancak enayi olacağını söylerler size. Çünkü en akıllı kendileridir. Hâlbuki kendilerini en akıllı zannederken sevgiyi, merhameti yitirdiklerinden aslında en acınacak durumda olan da kendileridir, ama bunu asla fark edemezler.

Böyle insanların yetiştirdiği çocuklar da tıpkı kendilerine benziyor. Onlar da saatlerce bilgisayar oyunlarının başından kalkmıyorlar. Günde 18 saat bilgisayar oyunu oynayan çocuklar var. Uyumayı, yemeği, içmeyi, insanlarla konuşmayı unutmuş. Toplumla ilişki kurmaktan son derece uzak, sanal bir alemde yaşıyorlar. Arkadaşları gerçek dünyadan değil, sanal alemden. Bu çocuğu bilgisayarından kopardığınızda sizden kötüsü olmuyor. İşte yetiştirdikleri çocuklar da bunlar. İşte bu videoda 18. dakikadan itibaren çocukların bilgisayar başında nasıl kaybolduklarını izleyebilirsiniz: http://video.google.com/videoplay?docid=80785608139596344&hl=tr&emb=1#

Şimdi biran için durup düşünün. Allah yaşayan ama ruhu olmayan, adeta ölü konumunda olan insanlardan bahsediyor. “Bakarlar ama görmezler, kulakları vardır ama duymazlar” diyor. Bu insanlar aramızda yaşıyor gibi gözüküyorlar ama ruhları yok. Sanki dünyaya sadece o işi yapmak üzere gelmişler. Tıpkı bir robot gibi ruhsuz bir şekilde işlerini yapıyorlar. Neden yaratıldığını düşünmek yok, Allah’ı fark etmek yok, bir gün öleceğini düşünmek yok, ahireti düşünmek yok, kısaca hiçbir şey yok. İçleri adeta bomboş, tüm manevi değerlerini yitirmişler. Peki bu materyalist kafayla, paraya pula taparak, bankalara paraları yığıp bilgisayarın başında ömür tüketerek kaybeden kim sizce? Bütün manevi değerlerini yitirmiş bir şekilde sadece kendi çıkarını düşünerek yaşayıp yine kaybeden kim sizce? Peki kendi gibi nesiller yetiştirerek yine kaybeden kim sizce?

Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler…. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)

Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler. (Yasin Suresi, 9)

Sansürsüz programında evrimcilerin verdiği hayret verici cevaplar – Video



Habertürk’teki Sansürsüz programında evrimciler kendilerine yöneltilen sorulara nasıl cevaplar verdiler gördünüz mü? Mesela yararlı bir mutasyona örnek verebilir misiniz sorusuna nasıl cevap verdiler? Peki dünyaca ünlü Richard Dawkins bu soruya nasıl cevap verdi? Yine “bir uçak görüyorsunuz, bunu yapan bir mühendis var değil mi, peki insanı yaratan nedir?” sorusuna ne cevap verdiler biliyor musunuz? Bu soruların cevabını merak ediyorsanız bu linkten buyurun seyredin: http://vimeo.com/10805663

Bu gerçekleri artık herkesin görmesi lazım. Bizde yaratılışçılar olarak evrimcilerden evrim teorisini tam anlamıyla ispat eden videolar bekliyoruz. Tabii böyle bir şey mümkün değil ama hazırlayabilirlerse göndersinler, onlar da yayınlansın, bizler de seyredelim. Ama kimse gerçeklerin bu yüzyılda örtbas edilmesine müsaade etmesin. Evrim teorisinin artık tutunacak tek bir dalı kalmamıştır. Programda verilen cevaplar da bunun apaçık ispatıdır.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Kaç nefes kaldı ömürden geriye?



Hiç düşünüyor musun, kaç nefes kaldı ömürden geriye? Görmüyor musun her geçen gün yüzlerce insan toprağa geri dönüyor. Bir daha dönmemecesine bu dünyayı terk ediyor. Ölen herkes için yepyeni ve sonsuza kadar bitmeyecek bir hayat başlıyor. Artık ölmek yok, sonsuzluk var, hiç bitmeyecek milyonlarca yıl sürecek bir yaşam var. Geride kalanlar ise hızla kendilerine verilen zamanı çarçabuk tüketme telaşındalar. Bir nefes bir nefes daha alıyorlar, her gün adım adım mutlaka gerçekleşecek olan sona doğru yaklaşıyorlar. Her gün insanlar mezarlara gidip birbirlerini toprağın altına koyuyorlar. Ama bir an için bile durup düşünmüyorlar, acaba kaç günüm, kaç saatim, kaç dakikam kaldı geriye diye. Çünkü ölümü kendilerine asla ama asla yakıştırmıyorlar. Peki mezarı başında durduğun kişi sence ölümü kendine yakıştırıyor muydu? Acaba o gün, tam belirlenen vakitte Azrail ile karşılaşacağını umuyor muydu? Yoksa o da tıpkı senin gibi hiç beklemediği bir anda mı karşılaştı ölümle? Hiç beklemediği bir anda mı işini, evini, çoluğunu, çocuğunu, kısaca dünyadaki her şeyini ardında bırakıp gitti…

Bir gün hepimiz için dünyada bize verilen süre bitecek, kimi için 30 yıl, kimi için 50 yıl, kimi için 70 yıl, ama bir gün mutlaka bitecek. O zaman mutlaka bitecek bir hayat için neden yaşar insan? Herşeyini geride bırakıp tek bir eşyasını bile yanına alamazken, sevdiği tek bir insanı dahi yanında götüremezken, Allah’ın huzuruna yapayalnız çıkacakken neden dünya için yaşar? Neden ömrünü bomboş amaçlar uğruna geçirir? Neden şeytana uyup kendisine verilen kısacık ömrü günahlarla doldurup, gafletle geçirip heba eder? Oysa bu ömrü Allah’ın rızasıyla, sevaplarla, salih amellerle doldurup, her karesini, her gününü, her saatini süsleyebilir insan. Her gününü Allah sevgisi ile dopdolu bir kalple geçirebilir. Bir gün Allah’a kavuşma ümidiyle yaşayabilir, ölüm anının kavuşma anı olduğunu bilip o günü büyük bir şevkle bekleyebilir. Gerçekten samimi bir kalple Allah’a yönelen bir insan için Allah’a kavuşmaktan daha büyük hangi nimet olabilir? Bütün ömrünü O’nu razı etmeye adamış, nefsine yenilmemiş, dünyayı elinin tersiyle itmiş, hep ahreti özlemiş bir insan için daha güzel ne olabilir?

İnsan ömrü için “bulutların geçişi gibi geçer gider” demiş biri. Fakat farkında olanımız kaç kişi? Ömrün her nefesinin ardından bir nefes daha tükeniyor. Geçen yılın değil sadece, geçen bir nefesin bile farkına varmak gerek. Bir gün aldığımız tek bir nefes dünya hayatımızla ahiret hayatımız arasındaki son nefes olacak. Bir gün, sayıla sayıla saniyeler bitecek ve son nefesin alınıp verilemeyeceği, ya da verilip alınamayacağı bir noktaya gelinecek. O zaman Allah’ın bize dünyada verdiği vaktin kıymetini bilmemiz gerekmez mi? Biz bu dünyaya sürekli eğlenceden eğlenceye koşmak, mal yığıp biriktirmek, insanları razı etmek, en iyi mevkilere gelmek, bankalara para yığmak için gelmedik ki. Sadece kul olmak için geldik. Bu yüzden ömrümüzün kıymetini bilelim. “Allah bana bir gün daha verdi, bu günü yaşıyorum ama nasıl değerlendirmeliyim” diye düşünmeli insan. Çünkü her günümüzün her dakikamızın hesabını vereceğiz. Bize verilen ömrü nasıl tükettiğimizi Allah’ın huzurunda açıklayacağız. O güne güvenle gelmek de var. Daha dünyadayken mutlaka gerçekleşecek olan bu hesap gününün farkında olmak da var. Bu yüzden dünyada yaşadığı her saniyenin hesabını yapan samimi ve ihlaslı insanlar var. Neden sende o insanlardan biri olmayasın? Neden ömrünü Allah için harcayanlardan biri olmayasın? Sahi kaç nefesin kaldı geriye? Bin mi, yüz mü, on mu, yoksa bir mi? Yoksa ömrünün son saniyelerinde misin? İşte bunu bile bilemeyecek kadar acizdir insan ve aynı acizlikle bir gün gelip Allah’ın huzurunda duracaktır. O zaman lütfen bir kez olsun durup düşün, “ben ömrümü ne için tüketiyorum” de. Ve bir karar ver, öyle bir karar olsun ki senin için dönüm noktası olsun. Öyle bir karar olsun ki seni uçurumun kenarından kurtarsın, öyle bir karar olsun ki seni sonsuza kadar pişman olmaktan kurtarsın…

Onlara, dünya hayatının örneğini ver; gökten indirdiğimiz suya benzer, onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karıştı, böylece rüzgarların savurduğu çalı-çırpı oluverdi. Allah, herşeyin üzerinde güç yetirendir. (Kehf Suresi, 45)

Kaynak: http://www.olumgercegi.com/

Mikrodünya mucizesi



Bugün sizlerle yine çok güzel bir site paylaşmak istiyorum. Bu site "tek başımayım" dediğimiz anda bile aslında oldukça fazla sayıda canlı ile beraber olduğunuzu gözler önüne seriyor. http://www.mikrodunyamucizesi.com/ linkinden ziyaret edebilirsiniz. Vücudunuzda sizi sürekli olarak koruyan, kimi zaman da hastalanmanıza neden olan bakterilerle, oturduğunuz koltuktan halınıza, soluduğunuz havaya kadar her yere yayılmış durumdaki akarlarla, mutfağınızda birkaç gündür dışarıda beklettiğiniz yiyeceklerde üremeye başlayan küf ve mantarlarla sürekli birlikte yaşadığınızın farkında mısınız? Bu gizli dünyanın üyeleri olan mikroorganizmaların sayıları yeryüzündeki hayvanların 20 katı kadardırlar.

Araştırmayan, okumayan, öğrenmeyen bir insan kainatı sadece gördüklerinden ibaret sanabilir. Oysa Allah tarafından gözlerimizle görmediğimiz apayrı ve muhteşem bir dünya yaratılmıştır. Bakteriler, hücre, virüsler, atom, DNA incelendiğinde hepsinin muazzam detaylarla dolu olduğunu, üstün bir akılla yaratıldıklarını görüyoruz. Siteyi mutlaka incelemenizi tavsiye ediyorum.

Kaynak: http://www.mikrodunyamucizesi.com/

Öldüğünüzde her şeyinizi arkanızda bırakıp gideceksiniz…



Bundan yaklaşık on yıl önce çok yakın bir akrabamın ölüm haberi sabah çalan bir telefonla geldi. Dışarıdayken kalp krizi geçirip vefat etmişti. Duyduğumda bir daha o kişiyi hiç göremeyeceğimi, onun için dünya hayatının tamamen bittiğini düşünmüştüm. Önce o gün üzerine giydiği kıyafetleri geldi, ardından arabasının anahtarını getirdiler. Marka kıyafetlerine ve arabasına çok değer verirdi, hepsini arkasında bırakarak tek bir şey bile almadan ahirete gitti. Eşyalarını bir bir yakınlara, yoksullara dağıttılar. Kimi de on yıl geçmesine rağmen hala ilk günkü gibi duruyor. İnsan ölüyor ve her şeyini arkasında bırakıyor, o çok değer verdiği eşyalar yıllarca hiç bozulmadan öylece kalıyor…

Ölümünden birkaç gün sonra işyerine gittiğimde masasında birçok kağıtlar görmüştüm, birikmiş birçok iş yığılmıştı. Kendi eliyle yazdığı defterlere baktım. Daha birçok planı olduğu çok belliydi, çünkü daha 55 yaşındaydı. O gün kalp krizi geçirip öleceği aklından bile geçmiyordu. Söylediğim gibi işini, evini, ailesini, arabasını kısaca her şeyini bir günde, hem de hiç hesap etmediği günde bırakıp Allah’ın huzuruna hesap vermeye çıktı ve o gün onun için sonsuz ahret hayatı başladı. Kısacık ömrü bitmişti işte…

O, kulları üzerinde kahredici (kahhar) olandır. Size koruyucular gönderiyor. Sonunda sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, elçilerimiz onun 'hayatına son verirler.' Onlar (bu işte, ne eksik ne fazla) kusur etmezler. (En'am Suresi, 61)

Ölüm gibi, kanser gibi, bir evladın yitirilmesi gibi büyük olaylar insanın gaflet içinde geçirdiği yaşamında bir anda silkinerek uyanması gibidir. İman eden insanlar ölümün yakınlığını ve dünyanın geçiciliğini zaten sürekli düşünürler. Bu yüzden ani ölümler, hastalıklar ve diğer imtihanlar onları Allah’a yaklaştırır ve tevekkülle karşılarlar. Ama iman etmeyenler için ölümle aniden karşılaşmak adeta büyük bir şok etkisi yapar. İnsanlar bir anda dünyanın ne kadar boş ve anlamsız olduğunu görürler. Bunca hırsın, mücadelenin ardından edinilen tüm malın, mülkün, ailenin, çocukların nasıl bir anda bırakılıp gidildiğini görürler. Bir süre düşünürler ama sonra hemen yine dünyaya dalıp oyalanmaya, kendilerini kandırmaya devam ederler. Hâlbuki onlar şuurunda değilken ölüm onları da hiç beklemedikleri bir anda yakalayacak, hiç hesap etmedikleri bir gün onlarda hesap vermek üzere Allah’ın huzuruna çıkacaklar.

Bütün bunları anlatmamın nedeni bu yazımı okuyan kişilerin bir an için durup düşünmelerini sağlamak, “ben ne için yaratıldım” “bu dünyada her şeyi bırakıp gideceksem neden ahiret için yaşamayayım?” “bu dünya hayatına kapılıp daha sonra hüsrana uğrayanlardan olmayayım” demeleri içindir. Vicdanı açık olanlar mutlaka kalplerinde bir uyanış hissedeceklerdir…

Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)

http://www.yaklasanolumani.com/

12 Nisan 2010 Pazartesi

Türkiye 10 Yılda Hâkim Güç Olacak



Amerika'nın stratejik araştırma kuruluşu Stratfor, 2010-2020 dönemini kapsayan tahmin raporunda, Türkiye'nin bölgenin hâkim gücü haline geleceğini bildirdi. Rapora göre, Akdeniz ve İran, hatta Kafkaslar ve Orta Asya arasındaki dinamikler, Türkiye'nin yeniden ortaya çıkışıyla tanımlanacak. Türkiye artık önlenemez, durdurulamaz bir yükselişte. Bunu biz değil yabancı basın sürekli dile getiriyor. Türkiye arka arkaya dev atılımlar atıyor, ülkelerle tek tek vizeler kaldırılıyor. Türkiye dev atılımlarla Türk İslam Birliği’ni kurmaya hazırlanıyor.

Geçtiğimiz günlerde Ortadoğu uzmanı Dr. Yusuf Nur Avde, Londra’da yayımlanan El Kudüs El Arabi gazetesindeki makalesinde, “Türkiye, Müslüman ülkelerin en itibarlı ve önemlisidir” yorumunda bulundu. "Türkiye’nin Ortadoğu’daki Arap-İsrail sorununun çözümü için Arap ülkelerinden daha fazla çaba harcadığı" kaydedilen yazıda, “Türkiye’nin bölgesinde barış ve huzur istediği, komşularıyla arasında geçmiş yıllardaki kötümser havayı iyimser hale getirdiği” belirtildi. Avde Türkiye’nin Asya ülkeleri için Avrupa’ya açılan, Avrupa için de Asya’ya açılan bir köprü olduğunu kaydederek Türk hükümetinin AB ülkeleriyle ilişkilerini daima geliştirmek istediğini ifade etti. Türkiye gerçekten de İslam ülkeleri ile Avrupa ve Amerika arasında tam bir köprü niteliğindedir. Türkiye bütün ülkeler arasında barışı ve huzuru sağlayacak tek ülkedir. Türkiye tüm İslam âlemini kurtarmakla görevlidir. 10 yıl içinde hem Türk İslam Birliği’nin kurulduğunu, hem Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne döndüğünü, hem de Hz. Mehdi ile birlikte tüm dünyaya İslam’ı hâkim ettiklerini göreceğiz. O zamanda “bizler zaten bu müjdeyi herkese duyurmuştuk” diyeceğiz. Türkiye Avrupa Birliği’ne de girecek ama Türk İslam Birliği lideri olarak, büyük bir güçle Avrupa’ya köprü olan süper bir devlet olarak girecek. Hep birlikte göreceğiz…

Kaynak: http://www.turkislambirligimujdesi.com/

Madde Beynimde Oluşuyorsa Neden Acıyı Hissediyorum?



Maddenin aslına hiçbir zaman ulaşamadığımızı, görme, işitme, tat alma, dokunma duyularımız sayesinde maddeyi var zannettiğimizi anlattığımda hep aynı tarz sorularla karşılaşıyorum. " Bıçağı biraz kaydırdığımda elimde hissettiğim acı, sızlama, elimden akan kan bir görüntü değil. Ayrıca bunu yanımdaki arkadaşım da gördü. Acıyı hissettiğime göre bunun oluşması için maddenin var olması gerekiyor değil mi?” Aslında bu soruların cevabı son derece basit.

Bu soruları soranların ve itiraz edenlerin en önemli yanılgısı, görüntü dışında ses, koku, dokunma gibi diğer hislerin de beyinde oluştuğunu göz ardı etmeleridir. Bu nedenle insanlar "bıçağı beynimde görüyor olabilirim, ama bıçağın keskinliği bakın gerçek, çünkü elimi kesti" demektedirler. Oysa bu kişinin elindeki acı, akan kanın verdiği sıcaklık ve ıslaklık hissi ve tüm diğer algıları yine beyninde oluşur. Yanındaki arkadaşının bu olaya şahit olması bu gerçeği değiştirmez, çünkü arkadaşı da, bıçakla aynı yerde yani beynindeki görme merkezinde oluşmaktadır. Bu kişi aynı hisleri, bıçakla elini kestiğini, elindeki acıyı, kanın görüntüsünü ve sıcaklığını aynısı ile rüyasında da yaşayabilir. Elini kestiğini gören arkadaşını da yine rüyasında görür. Ama arkadaşının varlığı, bu gördüklerinin rüya olmadığının bir kanıtı olmaz.

Hatta rüyasında elini kestiği sırada biri gelip, "bu gördüklerin bir algı, bu bıçak gerçek değil, elinden akan kan, hissettiğin acılar da gerçek değil, bunların hepsi şu an zihninde izlediğin olaylar" dese, kişi buna inanmayacak ve yine itiraz edecektir. Hatta belki "Ben materyalistim. Böyle iddialara inanmam. Şu anda gördüklerimin hepsini hissediyorum, bak kanı görmüyor musun?" diyecektir. İşte, maddenin aslıyla muhatap oluyorum diye ısrar edenler, yukarıdaki örnekte görülen kişi gibidirler. İçinde yaşadıkları algılar dünyasında "tüm bunlar bir algı, ve bu algıların aslına asla ulaşamazsın " denmekte, ancak onlar bu gerçeğe şiddetle karşı çıkmaktadırlar.

Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, bir insan, eli kesildiğinde, "bu nasılsa bir görüntü" diyerek tedbir almadan oturmaz. Çünkü Allah, bu görüntüler içinde insanları bazı sebeplere bağlı olarak yaratmıştır. Örneğin eli kesilen insan bunun için gerekli ilaçları kullanır, elini sarar veya doktora gider. Ancak bu işlemlerin hepsinin beyninde oluşan görüntüleriyle muhatap olur. Sargı bezi de, kullandığı ilaçlar da beyninde oluşan görüntülerdir.

İnsanlar maddenin aslına hiçbir zaman ulaşamayacaklarını, hep beyinlerinde kapkaranlık bir noktada oluşan görüntülerle muhatap olduklarını bir gün anlayacaklar. O zaman çok değer verdikleri evlerinin, arabalarının, eşlerinin, çocuklarının ve aynı zamanda kendi bedenlerinin bile bir görüntüden ibaret olduğunu anlayacaklar. Bazı düşünürlerin “insan bir hayaldir, aslında bütün yaşananlar geçici ve aldatıcıdır, bu evren bir gölgedir” şeklindeki sözleri günümüzde kanıtlanıyor gibidir. Aşağıda verdiğim linkleri incelediğinizde madde zannettiğiniz ama aslında hiçbir zaman aslına ulaşamadığınız madde konusunu çok daha iyi anlayabileceksiniz.

(http://www.maddedekimuhtesemilim.com)

(http://www.maddeninardindakisir.com)

Çok Güzel Ama İmanı Yok!



Bazen bir kadına bakıyorsunuz, güzelliği gözlerinizi kamaştırıyor, yüzünün, gözlerinin güzelliğine bakmaya doyamıyorsunuz, “ne kadar kusursuz yaratılmış” diyorsunuz. “Allah’ın güzelliği ne kadar muhteşem tecelli ediyor” diyorsunuz. Ben böyle birini gördüğümde hemen çok güzel ama imanı yok diye düşünüyorum. Çünkü eğer bir insanın imanı yoksa hiçbir şeyi yok demektir. O insan ne kadar güzel olursa olsun, ne kadar muhteşem olursa olsun içi boş bir kütük gibidir. Öncelikle bir kadında güzel ahlak yoksa samimiyet, teslimiyet, yumuşak başlılık yoksa o zaman güzellik de yok demektir. Eğer Allah’a teslim olmamışsa, nefsi için yaşıyorsa, dünya için yaşıyorsa kendi aleyhine en ufak bir durumda gerçek yüzünü gösterecek demektir. Nefsini eğitmediği için kıskançlık, haset, kin, öfke, ağlama, hüzün gibi birçok olumsuzluğu üzerinde barındırıyor demektir. Bu da güzelliğin tamamen yitirilmesi anlamına gelir.

Kişi ancak iman ettiğinde tam anlamıyla güzel olabilir. Çünkü ancak o zaman derin bir ruha sahip olur. İmansız bir insanın yüzüne baktığınızda ister kadın ister erkek olsun gözlerinin bomboş ve anlamsız olduğunu görürsünüz. Çünkü daha Allah’ı fark edemeyen, ne için yaratıldığını bilmeyen, amaçsız yaşayan bir insanın ruhu bomboş olur. Ayrıca çok basit bir ahlaka sahip olduğundan konuşur konuşmaz hemen soğur ve uzaklaşma ihtiyacı hissedersiniz. Ruhlarındaki basitlik, dünyaya tamahkârlık üzerlerine yapışmış bir leke gibi durur. Ayrıca bu insan güzelliğinin ne kadar geçici olduğunun farkında bile değildir, onunla övünür, hava atar. Bir iki yıl sonra aynaya baktığında güzelliğinden eser olmadığını görür, hayıflanmaya, üzülmeye ve isyan etmeye başlar. İşte bu insanlar Allah’ın Kuran’da bahsettiği yaşayan ölülerdir, çok güzel gözükebilirler ama yaşayan bir ölü, ruhu bomboş bir insan ne kadar güzel olabilir?

Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)

Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün, oysa onlar görmezler bile. (Araf Suresi, 198)


Çok güzel bir insan gördüğümde aklıma gelen diğer şey ise bu güzelliğin ne kadar çabuk kaybolacağı oluyor. Bir iki sene sonra o kadına veya erkeğe bir bakın, tamamen bozulduğunu göreceksiniz. Dünya hayatı o kadar yıpratıcıdır ki, günler adeta yıl hükmünde geçer ve bir bakarsınız o kadının yüzü hemen yaşlanmış, o tazeliği kaybolmuş. Çok kısa bir süre sonra da ölüp toprağa gömülecek ve o güzelliğinden eser bile kalmayacaktır. İşte bu yüzden eğer güzel bir kadının imanı yoksa hiçbir şeyi yok demektir. Hâlbuki aynı güzellikte bir kadın iman etse Allah’a olan teslimiyetiyle, güzel ahlakıyla masumiyetini ve güzelliğini hep korur. Böyle bir kadın çok derin bir imana sahip olduğunda son derece akıllı ve çekici olur, her yaptığında, her söylediğinde bir hikmet olur. Dolayısıyla böyle bir insana baktığınızda hem bu dünyada hem cennette ebediyete kadar bitmeyecek bir güzelliğe baktığınızı hissedersiniz. Tıpkı peygamberlerde olduğu gibi, Hz. Yusuf’ta, Hz. Muhammed’te, Hz. Meryem’de, Hz. İsa’da olduğu gibi…

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)

www.dunyahayati.com

7 Nisan 2010 Çarşamba

Bir eşi daha yok!



Milyarlarca insanın parmak izi birbirinden tamamen farklı yaratılıyor. Düşünebiliyor musunuz, dünyada yaşayan milyonlarca insan var, hiçbirinin parmak izi bir diğerininkine benzemiyor. Daha bir bebek annesinin karnındayken tüm vücudunda çok büyük mucizeler yaratılıyor. Parmak izi de bunlardan sadece bir tanesi. Fakat insanlar genelde pek düşünmedikleri ve zamanla alıştıkları için bir süre sonra bu mucizeleri görmezden gelebiliyor, hatta doğal karşılayabiliyorlar. Oysa ortada çok olağanüstü bir akıl ve sanat duruyor, bakıyor ama göremiyorlar.

Tek bir parmak iziyle yeryüzündeki milyarlarca insana bir kimlik verilmiş demektir. Bugün her malın üzerinde bir barkod vardır. Bu barkoda bakarak malın kim tarafından, ne zaman imal edildiğini ve fiyatını öğrenebiliriz. Aynen bunun gibi her insanın parmak uçlarında bulunan izler, altı milyar insanla arasındaki farklılığı ortaya koyar. Yani her insanın şu bir santimetre kare içerisindeki parmak ucunda, onun kimliği ve tüm özellikleri saklanmıştır. Biliyorsunuz parmak izi, bugün kriminolojide suçluların tespitinde kullanılır. Bu iz o kadar kesindir ki, ilk insandan bugüne ne kadar insan gelişmişse hiçbirisinin parmak izi diğerine benzemez.

Parmak izi parmakların son eklemi ve uç kısmındaki kıvrımların meydana getirdiği izdir. İnsan vücudunun dış derisinde bulunan her kıvrımda ter gözenekleri vardır. Bunların her biri iç deriye kadar uzanır. Her gözenek orada çiviye benzeyen ve Papila denen iki sıralı çıkıntılarla iç deriye sanki çivi atmış gibidir. Bu sebeple dış deri hasara uğrasa, hatta tamamıyla dökülse bile, bu Papilalar yine de parmak izinin tespiti için yeterlidirler. Yine, yeni çıkan derilerdeki izler de eskisinin aynısı olurlar. Fakat iç deride bulunan papilalar tamamıyla kaybolursa o zaman parmak izini tespit etmek mümkün olmaz; zira bu durumda parmak içi kıvrımları tamamen kaybolmaktadır. İki kişinin tesadüfen aynı genetik parmak izine sahip olabilme ihtimali, istatistiki olarak imkansızdır.

Modern manada parmak izi tespiti ve faydalanma konusunda ilk adım 1880'de atılmıştır. Bu tarihte İngiliz bilgini olan Henry Faulds ve Wiliam James Herschel adlı iki İngiliz, Nature adlı bir ilmi mecmuada parmak izi hakkında makale yazmışlardır. Bu bilginler önceleri pişmiş çömleklerdeki parmak izleriyle ve matbaa mürekkebiyle parmak izi alma metoduyla uğraştılar. Bu gün kullanılan parmak izi metodu da aynı esasa dayanır.

Kimi fiziksel özellikler tümüyle genler tarafından belirlenmez. Parmak izi de bunlardan biridir. Her ne kadar parmak izinin ana hatlarını belirleyen genler olsa da, fetüsün anne karnında gelişimi sırasında başka etkenler de parmak izinin şekillenmesinde rol oynar. Örneğin, hormon seviyelerindeki değişim, beslenme, kan basıncı, fetüsün anne karnındaki pozisyonu gibi birçok dış etken parmak izlerinin oluşmasında etkilidir. Aynı durum ikizlerin ciltlerinde farklı çil, leke ve ben oluşumu için de geçerlidir.

Tek yumurta ikizleri babanın tek spermi ile döllenen annenin tek yumurtasının ikiye bölünmesiyle oluşur. Bu nedenle de tek yumurta ikizleri aynı DNA'ya sahiptirler. Bununla birlikte yine de ikizlerin görüntüleri tamamen aynı değildir ve parmak izleri, gözlerinin retina tabakaları ve hatta ses telleri de farklıdır.

Henüz 3. ayda, yani bir insan cenini sadece 9 cm boyunda iken, onun parmak ucu bir toplu iğnenin başı kadardır. Bu kadar küçük bir noktada, yaratılmış diğer bütün insanlardan farklı bir parmak izi teşekkül etmektedir. O artık içimizden biridir. Parmak izi 20. Yüzyılın çok büyük bir keşfidir. Ama 1500 sene önce insanlara gönderilen Kuran’ın hikmet dolu sayfalarında bu muhteşem bilgiyi şöyle görmekteyiz:

İnsan, onun kemiklerini Bizim kesin olarak biraraya getirmeyeceğimizi mi sanıyor? (Kıyamet Suresi, 3)

Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz. (Kıyamet Suresi, 4)

Kaynak: http://www.insaninyaratilisi.com/

Şok! Şok! Şok! Tek bir serçe parmak fosilinden çizilen resme bakın!



Evrimcilerin son ileri sürdüğü şok edici iddiayı duydunuz mu? Evrimci yayınlar şimdi yeni bir spekülasyonla çalkalanıyor. Evrimcilerin tek bir serçe parmak fosilinden çizdikleri ilginç görünümlü bir canlı resmi manşetten yayınlanıyor. Evrimciler şimdi büyük bir şevkle kendi hayali çizimlerini tüm dünyaya üçüncü bir tür olarak tanıtıyorlar. Dergiler ve gazetelerde evrimcileri desteklemek adına “Bilinmeyen Bir İnsansı”, “Büyük Keşif, Ne Neandertal ne Homo sapiens”, “İnsanlık Tarihini Yeniden Yazacak Gelişme”... gibi çarpıcı başlıklarla halkı etkilemeye çalışıyorlar.

Evrimcilerin yayınladıkları resme bakınca nasıl olup da bir serçe parmağından böyle maymunsu bir yaratığa ulaştıklarına şaşırıp kalıyorsunuz. Bu nasıl bir hayal gücüdür? Nasıl çalışan hayali bir mekanizmadır? Bir gün biri yolda bir serçe parmak bulsa sonra da onun resmini çizse bu ne kadar inandırıcı olabilir? Ama hayali çizimler konusunda bildiğiniz gibi evrimcilerin üzerine yoktur. Tek bir domuz dişi bulan evrimciler hayali bir Nebraska adamı tasarlayıp onun ailesini bile çizmişler ve sonra da manşetten bu hayali resimleri yayınlayıp sanki büyük bir buluş yapmış gibi tüm dünyayı etkilemeye çalışmışlardı.

Darwinistlerin bu yeni “üçüncü tür” iddiasını ortaya atmalarının nedeni yaklaşık 40.000 yıllık bir serçe parmağı fosilinin Asya’da, Altay Dağlarında bir Sibirya mağarasında bulunmasıdır. Evrimciler bu fosilin Afrika’dan Asya’ya gelmiş olduğunu iddia ediyorlar. Yaptıkları mitokondriyel DNA analizleri sonucunda bu canlı farklı bir türden gelmiş gözüküyormuş! Evrimcilerin Afrika’dan Asya’ya göç hikayesine uymadığından da üçüncü bir insan türü olarak adlandırıyorlarmış. Söylediğim gibi tek bir serçe parmağından evrimcilerin böyle mantıksız iddialar ortaya atmaları son derece şaşırtıcıdır. Fosili bulunan canlının DNA’sı hakkında hiçbir bilgi yoktur. Bu yüzden canlının neye benzediği, nasıl göründüğü, yüz hatları, anatomik yapısı, iskelet yapısı, kas yapısı, ailesi! Hiç bir şekilde çizilemez. Çizilen resim sadece çizen kişinin hayal gücünden ibarettir. Evrimcilerin bu iddiaları bilimsel terimlerle süslemeleri de hiçbir işe yaramaz. Evrimcilerin iddia ettiği gibi mtDNA (mitokondriyel DNA) analizleriyle bir canlının genetik bilgisine veya fiziksel özelliklerine ulaşabilmek mümkün değildir.

Şimdi yaratılışçılar olarak hep birlikte başka bir hayali senaryo bekliyoruz. Fakat bu seferkinin daha heyecan verici ve inandırıcı planlanmasını rica ediyoruz. Çünkü bu tarz senaryolar çok komik oluyor. Dawkins’in son ortaya attığı “uzaylılar yaptı” senaryosu da hayal gücü açısından fena değildi ve son derece eğlendiriciydi. Biraz daha hayal gücü geniş kişilerle çalışmalarını tavsiye etmekten başka bir şey kalmıyor bize diyorum ve yaratılışı kabul etmemek adına yapılan bu çırpınmalara gülüp geçiyorum…

Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir. (Hadid Suresi, 4)

O Allah ki, yaratan'dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

Kaynak: http://www.evrimicokertensiteler.com/

Kurtar bizi Türkiye!



Geçtiğimiz günlerde İsrail polisi ile Filistinli göstericiler arasında El Aksa Camii’nde meydana gelen olaylar yatışırken, caminin kapısı önünde toplanan Filistinliler Türkiye lehine sloganlar attı. Caminin önünde toplanan Filistinliler, “Yaşasın Türkiye”, “Büyük Tayyip”, “Kurtar Bizi Türkiye” diye bağırdılar. Şu anda dünyanın her köşesinde zulüm gören ve perişan olan Müslümanlar kurtuluş için tek çözümün Türkiye’de olduğunu büyük bir şevkle sürekli dile getiriyorlar. Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta yaptığı çıkış Türkiye’nin tüm Müslümanları koruyup kollayacak tek ülke olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Dünyada yaşanan her zulümde Müslümanların yardım bekleyen gözleri şimdi Türkiye’ye çevriliyor.

Afganistan, Irak, İran, Endonezya, Filistin, Pakistan, Doğu Türkistan… daha birçok ülkede çok zor şartlar altında her gün şehit edilen yüzlerce Müslüman var. Avrupa’da birkaç hayvan öldürüldüğünde hayvan hakları savunucuları ile birlikte tüm dünya ayağa kalkıyor da bir günde Filistin’de, Afganistan’da onlarca Müslüman şehit ediliyor, hiç kimsenin sesi çıkmıyor, herkes susup oturuyor. İşte Türkiye bu dünya çapında yaşanan büyük şiddete, acımasızlığa tam anlamıyla son verecek tek ülkedir. Türkiye’nin görevi Türk İslam Birliği’ni kurmaktır. Burada Türk milletine çok büyük görev düşüyor. Biz sadece Türkiye’yi kurtarmakla değil, bütün İslam âlemini kurtarmakla görevliyiz. Türk İslam Birliği kurulduğunda bütün dünya anarşiden, azaptan, her türlü sıkıntıdan kurtulacaktır. Şu anda perişan durumda olan Müslümanlardan yükselen “kurtar bizi Türkiye” çığlıkları bu birliğin kurulmasının ne kadar acil olduğunu gösteriyor. Artık kaybedecek tek bir günümüz yok. Türkiye artık gerekeni yapmalı, her gün dev adımlar atarak bu birliği kurmalıdır. Kuşkusuz bu birlik İslam âleminde olduğu gibi İsrail’de de, Amerika’da da, Avrupa’da da tam anlamıyla huzurun hakim olmasını sağlayacaktır. Tüm Türkleri bu birliği kurma yolunda devletimize yardımcı olmaya, ellerinden gelen tüm gayreti göstermeye çağırıyorum.

Kaynak: http://www.turkislambirligi.com/

http://www.doguturkistan.com/

http://www.filistinzulmu.com/

6 Nisan 2010 Salı

Türkiye Osmanlı görkemini canlandırmaya çalışıyor



Yazılarımda sürekli Türkiye’nin adım adım Türk İslam Birliği’ni kurma yolunda çalıştığını sizlerle paylaşıyorum. Türkiye Osmanlı’dan devraldığı mirası yeniden canlandırmaya çalışıyor. Geçen gün Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan haberde, Strateji gazetesi G2’de yayınlanan rapora göre Avrupa Birliği tarafından reddedilen Türkiye’nin yüzünü İran’a döndüğü ve Osmanlı İmparatorluğu’nun görkemini tekrar kurmaya hazırlandığı bildirildi.

Arka arkaya ülkelerin Türkiye ile vizeleri kaldırması Türk İslam Birliği’nin kurulacağı müjdesini veriyor. TÜRKİYE TARİHTE OLMADIĞI KADAR BÜYÜK BİR DEVLET OLACAK. Türk-İslam âleminin lideri olacak. Şimdi bu tarihi misyonun başlangıç aşamalarındayız. Bütün dünyayı, anarşiden, terörden sıkıntıdan azaptan, her türlü acıdan kurtaracak olan Türk milletidir. Gerçekten çok asil, çileyle, acıyla yoğrulmuş bir millettir ve dünyayı yönetmeye dünyaya faydalı olmaya yönelik bir ruhu vardır. Çok yakın bir zamanda Türk İslam Birliği’nin kurulduğunu ve Türkiye’nin de lider olduğunu hep birlikte göreceğiz.

Kaynak: turkislambirligimujdesi.com

Protondaki ve nötrondaki çok hassas dengeler neyi gösterir?



Atomu oluşturan proton ve nötronların ne kadar hassas bir denge üzerine kurulduğunu biliyor musunuz? Evrendeki bütün protonlar 1, 6 x 1019 değerinde pozitif yüke sahiptirler. Bu, atomlardaki çeşitli protonların birbirlerini itmelerini sağlar. Ama aradaki çekim, itmeden 100 kez daha güçlü olduğu için protonlar birbirlerinden ayrılmazlar. Protonun kütlesi elektronunkinden 1836 kez daha fazladır. Ama buna karşın, bilinmeyen bir nedenden ötürü elektronun yükü protonunkiyle aynıdır: 1, 6 x 1019.

Protonun yükü gerçekte olduğundan biraz daha az olsaydı protonlar arası çekim şu an bildiğimizden çok daha güçlü olurdu ve bunlar daha sıkı bir biçimde bir araya gelirlerdi. Böyle bir durumda evrenimiz nasıl bir halde olurdu?

Eğer protonun yükü gerçekte olduğundan biraz daha az olsaydı, yıldızlar çekirdeklerindeki yakıtlarını hızlıca yakacak ve 100 milyon yıl içinde öleceklerdi. Böyle bir durumda ne gezegenimizin ne de evrenin bugünkü gibi olmayacağı ve canlılıktan bahis dahi edilemeyeceği çok açıktır. Sonsuz akıl sahibi olan Allah, bu değeri tam olması gerektiği gibi, yani 1, 6 x 1019 olarak belirlemiştir.

Nötronlar Kütlesinin Ne olması Gerektiğini Bilemezler

Nötronlar 1, 67 x 10-24 gram değerinde sabit bir kütleye sahiptirler. Eğer nötronun kütlesi bugün olduğundan % 2 daha fazla olsaydı nötronlar kısa süre içinde bozunuma uğrar ve atomlar kararsız bir yapıya sahip olurdu. Bu durumda yaşam için gerekli hiçbir element var olamaz, evrendeki tek element sadece hidrojen olurdu.

Diğer yandan, nötronun kütlesi normalde olduğundan çok daha az hafif olsaydı, bu sefer protonlar istikrarsız bir yapıya sahip olurlardı. Bu durumda protonların kütlesi çekirdek içindeki nötronların kütlesinden daha fazla olurdu ve protonlar bozunuma uğrayarak nötronlara dönüşürlerdi. Fizikçiler, nötronun kütlesini şimdi olduğundan binde 2 oranında az olması durumunda, bugünkü yapıda atomların var olmasının imkânsız olacağını söylemektedirler. Kısacası böyle bir durumda hayat diye bir şey de olmayacaktı.

Bütün bu son derece hassas dengeler hem makro âlemde hem de mikro âlemde Yaratıcı’nın sonsuz aklını gösterir. Her detay insanın aklının alamayacağı titizlikte ve güzellikte ince ince hesaplanmış ve mükemmel kâinat Allah tarafından yaratılmıştır…

Kaynak: http://www.atommucizesi.com/

İman ettiğini söyleyen biri üzüntüye kapılabilir mi?



İnsanların çeşitli olaylar nedeniyle sürekli üzüntüye kapıldıklarını görüyorum. En ufak bir sıkıntıda ağlıyor, isyan ediyor, hayata küsüyorlar. Bir insanın söylediği lafı günlerce düşünüyor, işyerinde birileriyle tartışıyor günlerce bunun sıkıntısını hissediyorlar. İnsanlara inanılmaz değer veriyor, onları razı etmeye uğraşıyor, bunun için çok büyük çaba sarf ediyorlar. Hâlbuki bütün insanlar Allah’ın kontrolündedir. Her insanın yaptığını da söylediğini de Allah yaratır. İşte iman eden insan ile iman etmeyen arasında bambaşka bir bakış açısı vardır. İman eden insan her olayda hayır görür, hep Allah’a teslimdir. İman etmeyen ise hayatı boyunca acı içinde kıvranır. İmansızlığının karşılığını yıllarca azap içinde yaşayarak alır. Ruhu daima fırtınalarla doludur. Üzüntüden üzüntüye, sıkıntıdan sıkıntıya sürüklenir. İman eden bir insan tevekkülle ve sabırla kalbi huzur içinde yaşarken iman etmeyen birbirinden zor sıkıntılarla boğuşur.

İman etmeyi hiçbir zaman kabul etmeyen insanların bu sıkıntıları yaşamaları normaldir. Peki iman edenlerin içlerinde sıkıntı duyması, olaylar karşısında üzüntüye kapılmaları makul müdür? Bunu şöyle açıklayabiliriz. İman eden insanlar da Allah korkusu ve derinlikleri açısından birbirlerinden farklıdırlar. Allah Kuran'da, "Allah katında onlar derece derecedir. Allah yaptıklarını görendir." (Al-i İmran Suresi, 163) ayetiyle bu gerçeği bildirir. Allah başka bir ayetinde de "Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak İslam (Müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir..." (Hucurat Suresi, 14) hükmüyle imanın henüz kalplerine yerleşmediği kimselerden bahsetmektedir. Başka bir ayette de "Sonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir." (Fatır Suresi, 32) hükmüyle inananlar arasında geride kalan, orta yolu tutan ya da öne geçen kimseler olabileceğine dikkat çekilir.

Kuran’da iman ettiğini söyleyen, fakat imanlarını zulümle karıştıran insanlardan bahsedilir. Bunun anlamı, insanın Allah’ın yüceliğini bildiği halde, Kuran’a uyması gerektiğini bildiği halde hala dinsiz insanların gösterdiği ahlaktan kurtulamamış olmasıdır. Bu insanlar imanı yaşamakla birlikte, nefisleriyle çatışan bir durumla karşılaştıklarında ya da zorlukla karşılaştıkları anlarda, Kuran ahlakına uygun bir tavır sergileyemezler. Tavırları dinsiz bir insanın tavrıyla çok benzeşir. Onlar gibi üzülür, yese kapılır, küser, alınır, kendi kendilerine sürekli zulmederler. Bütün olayların Allah’ın kontrolünde olduğunu, tevekkül etmeleri gerektiğini düşünmezler.

Böyle insanlardan söz ederken, akla sadece dinin hükümlerini açık açık reddeden, dine muhalif tavırlar gösteren insanlar gelmemelidir. Burada ele aldığımız kimseler, Kuran hükümlerinin pek çoğunu uygulayıp hayatlarının büyük bölümünde mümin tavrı gösterebilirler. Ancak bazı konular da vardır ki, bunların Kuran'a göre yanlış olduğunu anlamak istemeyebilir ya da bunu gereği gibi kavrayamamış olabilirler. Bazı insanlar Müslüman olarak yaşadıkları halde, bazı inanç ve davranışların Kuran'a muhalif olmadığını, helal ve haram olarak bildirilen konuları aşmadığını düşünebilirler. Örneğin birçok insan duygusallığın Kuran ahlakına uygun bir davranış olmadığını anlamaz ya da bunu anlamazlıktan gelir. Oysa duygusallık Kuran'a muhalif bir karakterdir ve Kuran'ın birçok ayetinde bu açıkça görülmektedir.

Sözgelimi bir yakının ölümü üzerine, Müslüman bir kişi onun yok olmadığını, sonsuz hayatı için yeni bir başlangıç yaptığını düşünür ve eğer bu yakını mümin ise onun için cenneti umarak sevinç duyar. Ayrıca ölüm Allah'ın bir takdiridir ve Allah her olay gibi ölümü de hayırla yaratır. Dolayısıyla mümin, bir yakını dahi olsa, onun ölümünde hayırlar olduğunu bilir, Allah'tan razı olduğunu gösteren bir tavır içerisinde olur. Ama birçok insan bu gerçeği bilmesine rağmen, bir yakınının ölümü ile cahiliye tavrı gösterebilmekte, duygusal davranarak aşırı tepkiler verebilmektedir.

Bu gibi tavır bozukluklarının Kuran ahlakı ile çatışan özellikler olduğunu düşünmeyen kimseler, bu davranışlarını sürdürmekte bir sakınca görmezler. Hayatlarının bazı anlarında, bunlara benzer cahiliye özellikleri taşıyarak, cahiliye insanlarının hayatına benzer bir hayat yaşarlar. Bu yüzden de müminlerin yaşamadığı ama cahiliye insanlarında görülen sıkıntıları yaşar, müminlerin aksine sık sık mutsuz olurlar.

Bu nedenle 'iman ediyorum' diyen her insanın, Allah'ın Kuran ile müminlere vaat ettiği 'dünyada ve ahirette güzel bir hayat yaşanması' özelliğinin kendisinde tecelli edip etmediğini, bu bilgiler doğrultusunda gözden geçirmesi gerekmektedir. Eğer hala hayatının belirli anlarında az da olsa mutsuzluklar, sıkıntılar, azaplar yer alıyorsa, bu hatırlatmaları üzerine almalıdır.

Bütün yaşamı boyunca azap ve sıkıntı çeken bir insan için ise çözüm , "... Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez..." (Bakara Suresi, 185) ayetiyle belirtildiği gibi çok kolaydır: İnsanın gizli ya da açık cahiliye ahlakından kalan her ne özelliği varsa bunları terk etmesi ve bunun yerine Kuran'a uygun davranması ana çözümdür. Allah'a iman eden ve Kuran'a uyan her mümin, Kuran'a daha samimi yaklaşmalı ve ayetlerde anlatılan mümin ahlakına ters düşecek her türlü tavır ya da düşünceden kurtulmalıdır; Kuran ile bildirilen gerçekleri sadece teorik olarak bilmeyi yeterli görmemeli, bunları pratik hayatta da her an hissetmeli ve yaşamalıdır; Allah'ın her yeri sarıp kuşattığını, insanın içinden geçen gizli saklı tüm niyetlerini bildiğini, gizli samimiyetsizlikleri de gördüğünü unutmamalıdır.

Kaynak: http://www.gizliazaplar.com/