25 Mart Çarşamba günü El Beyan Gazetesinde okuduğum Dr. Seyyar El Cemil'in makalesini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Türkiye bugün İslam dünyasında bir istisna. Kemalizm'in altı ilkesinin meşru çocuğu ve Osmanlı'nın imparatorluk mirasının varisi. Din ve dünya dengesinde orta bir noktada duruyor ve geçmişi ile kendi çağı arasında sopayı ortadan tutuyor. Osmanlı tarihini ağır ağır okumayan, yapısını ve oluşumlarını düşünmeyenlerin derinlere uzanan bu istisna karşısında kesinlikle gözleri kamaşacaktır. Zira Osmanlı Devleti, İslam'ın zengin mirası ve imparatorluğun Avrupa geleneklerinin şaşırtıcı bir görüntüsüdür.
Dolayısıyla bizler çağdaş Türkiye'de İslam elbiseli laik bir ülke olması sebebiyle bir kimlik krizi görmüyoruz. Birçokları Atatürk deneyiminden çokça dehşete kapıldılar ve laik deneyim olması sebebiyle onu ayıpladılar. Oysa aynı liderin Türkiye genelindeki Osmanlı dinî medreselerini muhafaza ettiğini bilmiyorlardı. Arap ülkeleri kendi anayasalarına 'devletin dini İslam' diye yazdırdılar, ancak uygulamaları bir tür gizli laiklikti. Türkiye Cumhuriyeti, ilanından bugüne kadar kendi toplumu karşısında gayet açık bir ülkeyken Arap ülkeleri kendileri ile toplumları arasında güven ve kimlik krizi yaşadılar. Yani özetle 20'nci yüzyıldan bugüne kadar Arap ülkeleri bir ahlak krizi içindeler. Bu güvenin sarsılması iç, bölgesel veya uluslararası birçok koalisyonun kurulmasına yol açtı.
Görüldüğü üzere Türkiye'nin kendi özellikleri var ve ilişkilerin inşasında kendi yöntemini izledi. Araplar ile İsrail arasındaki barış görüşmelerinde arabulucu oldu. Erdoğan, bölgede Mısır'ın eksen rolünü alma gücü olduğunu gördü. Hatta İsrail'in Gazze'deki vahşi saldırılarına yönelik söylemi Arap Birliği'nin rolünü aşan bir alan açtı.
Yirmi yıldır Osmanlılarla ilgili yazdıklarımı okuyanlar benim İslam dünyasının içine kapanması, tarihin değirmeninde ezilen siyasi geleneklerini ve düşüncelerini tekrarlayıp durması karşısında Batı'ya yönelik 'Osmanlı İslam'ı açılımı üzerinde durduğumu göreceklerdir.
Türkiye, dünyada barışın ve bölgede güvenliğin garantörü olarak rolünü oynadı. Tabii buradaki amacı Osmanlı'nın klasik konumunu geri alma girişimi kadar Doğu ile Batı, gelenek ile modernlik veya laiklik ile İslam arasında denge kurma gücünü ifade etmekti. Türkiye bugün derin derslere sahip. Ülkelerin ve partilerin ucuz suçlamalardan ve hazır inkâr araçlarını pazarlamaktan uzak durarak bu dersleri almasını temenni ediyorum. Burada sadece Arapları değil, İslami iki güç Pakistan ve İran'ı da kast ediyorum. Her iki ülkenin siyasal İslamlarını pazarlama noktasında farklı yöntemleri var; ancak bazen milliyetçi eğilimlerle bazen de mezhepçi eğilimlerle yapılıyor bu pazarlama.
Bugün Türkiye'nin rolü marjinal veya bir yere bağlı değil. NATO paktı üyesi olduğu doğru; ancak bölgedeki güçlü ve stratejik konumunun yanı sıra büyük bir orduya sahip olması sebebiyle kendi iradesini belirleme gücü var. İran'ın nükleer emellerine yönelik büyük endişesine rağmen Ankara ve Tahran ekonomik ve siyasi güçlü ilişkilerle birbirine bağlı. Ayrıca Türkiye'nin Mısır, Pakistan, Suudi Arabistan ve bazı Körfez ülkeleriyle güçlü köprüler kurma gücü var.
Türk yetkililer, bugün AB'ye katılmak için Ermenilerle geçmişin bütün sorunlarını çözmeye çalışıyorlar ve Avrupa'ya katılmalarının İslam dünyasının bazı sorunlarından ve gerginliklerinden kurtulmasına destek olacağını düşünüyorlar.
Avrupa ile Asya arasında bir Türk dengesinin tesisi için ortada Kemalizm'in 'yurtta barış, cihanda barış' temeli üzerine kurulu ilkelerinin yenilenmesi ve 20'nci yüzyıla hakim olan 'Batılılaşma' ideolojisinden bir 'denge' oluşturmaya geçiş çabası var. Bugün yeni Türk yetkililerce Türkiye'nin her iki kıta arasında bir köprü olması işlevi yeniden gözden geçirilmektedir. Yani Atatürk'ün ve müttefiklerinin 20'nci yüzyılda dondurduğu Osmanlı mirasına yeniden dönüş söz konusu. 'Araplar ve Türkler' adlı kitabımda bu konuya işaret ettim. Türkiye iki dünya arasında gerçekçi jeo-tarihi yakınlaşma için çalışacaktır ve ben Türkiye'nin taraflar arasında eksen politikalar izledikçe bu yeni amaçlarında başarılı olacağını düşünüyorum.
İç düzlemde Türkler dinî mirasa ve Kemalist ilkelere ihanet etmeksizin yenilenmiş İslam'ın demokrasi ve modernlikle birlikte yaşama gücü olduğunu ispatladılar. Türkiye bugün Ortadoğu'da hiç kimsenin daha önce yapmadığı çağdaş bir yapı oluşturmaya çalışıyor. Kendi Kemalizm'ini ve Osmanlıcılığını 'Pasifik ittifakı' diye adlandırılan koalisyonun kurulmasında kullanıyor. Tarihten kaçmıyor, aksine yeniden tarihe girmeye çalışıyor. Acaba bu kez başarılı olacak mı? Bizden sonraki nesil bu sorunun cevabını öğrenecek.
Gerçekten de Türkiye, Osmanlı İmparatoluğu’nun mirasının tek sahibi, önümüzdeki günler laik Türkiye’nin Ortadoğudaki gücünü nasıl arttırdığına hep birlikte şahit olacağız. Türkiye hakikaten tarihten kaçmıyor, tarihi yeniden yazmaya hazırlanıyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder