15 Mart 2010 Pazartesi

Osmanlı uzun ömrünü devlet ve dini bağdaştırmasına borçludur


Prof. Dr. Kemal Karpat'ın Osmanlı'dan Günümüze Elitler ve Din isimli kitabında değindiği önemli noktaları sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu kitap Türkiye'de elitlerin doğumunu ve fonksiyonlarını tarihi ve kavramsal bir çerçeve içinde ele alan önemli bir çalışma. İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde Elitler ve Demokrasi ikinci bölümünde Din ve Laiklik konuları irdeleniyor. 7-8 yıl gibi uzun bir zamana mal olmuş kitap Temel Türk Filolojisi ve Tarihi ismiyle Paris ve Budapeşte Üniversitelerinin yayınladığı bir serinin parçası aslında. Dünyanın farklı yerlerinde verdiği seminerlerin notları ve modernizm ve laiklik merkezli makalelerin bir araya toplanmasıyla oluşan kitabında Karpat, bugün gündemin en yoğun tartışmalarından biri olan laiklik, din, modernizm konularını irdelemeye, Osmanlı'da modernleşmenin tarihsel aşamalarını anlatarak başlıyor.
Osmanlı uzun ömrünü devlet ve dini bağdaştırmasına borçlu

"Din temelli devletlerin yok olmasının mukadder olduğunu İbn Haldun Mukaddime'sinde uzun uzadıya anlatır, çünkü bu devletler kendilerini kendi güçleriyle yenileme kabiliyetinden mahrumdurlar. Bu değişmez siyasi mukadderatın tek büyük istisnası, Osmanlı Devleti ve onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti'dir." diyen Karpat bunun sebebini Osmanlı'nın maddi yaşam ile maneviyatı, yani devleti ve dini bağdaştırmasına bağlıyor. Fakat 17. yüzyılda din-devlet dengeleri bozuluyor ve devlet dini kendi amaçları için kullanmaya başlıyor...

Osmanlı seçkinleri arasındaki ilk ciddi ayrım, ıslahat yandaşlığı ve karşıtlığı şeklinde oluyor. 1800 yılında ise II. Mahmud bürokrasinin "reformcu" kanadı ve III. Selim'in ayan destekçileri tarafından kurnazca örgütlenen bir karşı hareket sonucunda tahta çıkarıyor ve "reformcular"la "muhafazakârlar"ın arası iyice açılıyor. Bu anlamda yazara göre Osmanlı padişahları arasında inanç ve bilimi en iyi uyumlaştıran Sultan II. Abdülhamid'di fakat onun da mutlakıyetçiliği moderniteyi ruhundan yoksun bıraktı.

Türkiye'nin, tarihsel olarak, inancın ve devletin özerk yetki alanlarına sahip olduğu kendine has bir "laiklik" anlayışının olduğunu savunan yazar, Cumhuriyet döneminde yanlış anlaşılan Fransız versiyonu bir laiklik uğruna bu kendine has anlayışın terk edildiğini söylemeden geçemiyor. 1924'ten sonra ortaya çıkan yeni İslam'ın savunucuları da kitapta dikkatle okunması gereken bölümlerden. Devletin sıradan insanların yaşadığı İslam üzerinde sıkı bir denetim uygularken, modern düşünceli dinsel elitleri İslam'a kendi modernist görüşlerini aşılamak üzere güçlendirdiğini buradan öğreniyoruz.

Türkiye Laikliğe rağmen ve laiklik sayesinde en dindar ülke

Türkiye'de demokrasi mücadelesinin, esasen, demokratik özgürlük ve hakları ve bunun göze çarpan bir parçası olan dinsel inanç özgürlüğünü elde etme mücadelesi olduğuna da değinen Karpat "İslam ve demokrasi tartışmasının odağında Halifelik veya Şeriat mahkemeleri gibi İslami kurumların diriltilmesi değil, inanç özgürlüğü vardı." diyerek devletin, toplumun taleplerini görmezden gelmesini eleştiriyor. Yazar, laiklik kavgalarına ve Müslümanların üzerindeki baskılara rağmen Türkiye'de dindar nüfusun çokluğunu ülkenin dayandığı temellerle ilişkilendiriyor:

"Bugün Türkiye muhtemelen Mekke'ye en fazla hacı gönderen ülke. Kişi başına en fazla cami de Türkiye'de bulunuyor. Bence, devletin benimsediği laikliğe karşın, hatta belki de onun sayesinde, dünyada dinine en çok riayet eden Müslüman toplum Türkiye'de yaşıyor. Müslüman ülkeleri arasında en güçlü ve nispeten en etkili devlete sahip olan Türkiye'nin -her ne kadar son elli yılda devlet ve inanç arasında sürekli bir kavgaya sahne olsa da- varlığının iki temel dayanağı hâlâ devlet ve dindir."

Bugüne gelindiğinde geleneksel İslamcılarla Kemalist laikler arasındaki eski bölünmenin şiddetini arttırarak devam ettiği muhakkak. Kemalist laikler İslam ve modernitenin bağdaşmayacağını düşünse de Kemal Karpat bir gün Türkler'in modernitenin maddi ve manevi yönleriyle bir bütün olduğunu ve bunu güvence altına alan yolun gerçek bir demokrasiden geçtiğini kabul edeceklerine dair inancını yitirmiyor.

‘Türkiye Yeni Bir Osmanlı Olma Yolunda mı’ adlı yazımda bu konuyu detaylı olarak anlatmıştım. Osmanlı’nın yıkılışını hazırlayan en önemli nedenlerden başında dini ve manevi değerlerini yitirmesi ve içten çökertilmesi gelmektedir. 21. Yüzyılda Türkiye Osmanlı’nın ardından çok emin adımlarla gidecek, dini ve manevi değerlerini korurken laikliği de elden bırakmayacaktır. Türkiye’nin Çinden Ortadoğu’ya bütün ülkeleri ve Türki Cumhuriyetlerini içine alarak kuracağı Türk İslam Birliği tam anlamıyla sevgi, barış ve dostluk temelleri üzerine kurulacaktır. Osmanlı döneminde olduğu gibi dinde de hiçbir zorlama olmayacak, Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Ermeni, herkes dilediği gibi ibadetlerini yerine getirecektir. Tüm dünyaya barışı getirmenin tek yolu biran önce bu birliğin kurulmasıdır. Bu yüzden Türkiye hem laik hem de dindar kimliğini koruyarak lider ülke olma gayesinden hiçbir şekilde taviz vermeyecektir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder