16 Mart 2010 Salı

Hayatınıza dışarıdan bir bakın…


Filmlerde, dizilerde hep insanlara sahte bir hayat sunuluyor. Lüks arabalara binip gezen, gece klüplerinde kendini kaybeden, her gece bugün nereye gidelim diye düşünen insanlar. Bir de evde televizyonlarından bu dizileri seyredip iç geçiren ve o güya hayal gibi olan dünyaya özenen insanlar…

Film karelerinde gördüğümüz o ışıl ışıl gökdelenler, renkli ışıklarla donatılmış caddeler ve hareketli yaşam ne kadar da cezp edici gözüküyor değil mi? Gerçekten de böyle mi? Bu sahte gülücükler ve sahte mutluluklar ışıltılı şehrin dışarıdan görünen sahte yüzüdür. Şehrin içine girip gerçekçi bir gözle baktığımızda güzel ahlakın yaşanmadığı materyalist toplumlarda, sanıldığı gibi albenili bir hayatın olmadığını görürüz. Dev gökdelenlerin içinde çalışan insanların hayatı entrika, rekabet, kazanma hırsıyla dolu olduğu için tek bir mutlu kişi yoktur. İnsani tüm vasıflarını yitirmiş olan bu kişiler adeta bir robot gibi çalışarak şuursuzca hayatlarını sürdürürler. Ne elde ederlerse etsinler hep mutsuzdurlar. Daima yakınacak birşey bulurlar. Herkes birbirinin kuyusunu kazar. İnsanlar sabahları günaydın bile demeden yanınızdan hızla geçer. Kimileri kibirden suratlarını çevirir. Biri kendisinden birşey isteyecek diye korkan insanlar bunlar… Caddeleri, sokakları, alışveriş merkezlerini, metroları, vapur iskelelerini hınca hınç dolduran bu insanlar neyi amaçladıklarını da bilmezler. Şehrin kirinin, gürültüsünün, kalabalığının, insanların yüzüne çökmüş şuursuzluğun farkına varmazlar. Hepsi çılgınca bir telaş içindedir ve bu telaşın içinde çok yoğun bir bencillik hissedilir.

Arabalar, alışveriş merkezleri, dükkanlar, restoranlar, lüks semtler şehre tepeden bakıldığında aslında hiç de hayal edildiği gibi muhteşem değildir. Alışveriş merkezleri sadece vitrinlere hasretle bakan yüzlerce insanla doludur. Plastik tabak, bardaklarda, demir sandalye ve masalarda en basit, en ucuz malzemelerle hazırlanmış hazır yiyecekleri yiyen bu insanlar adeta büyülenmiş gibi bu sefilliğin farkına varmazlar. Ne yiyeceklerin temizliğinden ne de ortamda bulunan pislikten haberdardırlar. Yemeği koyan adam aynı eldivenle hem ekmeği tutar, hem kapıları, hem parayı. Ama satın alan kişi bunu görmez bile. Alışveriş merkezlerinde her gün yüzlerce insanın kullandığı pis tuvaletlere girip çıkarlar. Üstelik buldukları her boş vakitte büyülenmiş gibi bu alışveriş merkezlerine koşarlar.

Bu kişiler birbirlerinden nefret ettiği için hiç kimseyle de göz göze gelmemeye çalışırlar. Herkesten korkup, herkesten kaçarlar. Dostluk, sevgi, merhamet, şefkat, acıma duygularını tamamen yitirmiş adeta robotlaşmışlardır. Herkes kendi isteğini tatmin etme peşindedir, kendi istediği masaya oturacak, kendi istediği yere park edecek, kendisinden önce kimseye yol vermeyecek, sadece kendi yiyeceğinin parasını ödeyecek…

İşte maneviyattan uzaklaşan bir toplum sevgiyi, merhameti, inceliği, fedakarlığı, güzel ahlakı ve güleryüzü böyle terk eder. Adeta robotlaşır. Gündüz saatlerce sinir harbi içinde insanlarla boğuşarak çalışır, akşam yine trafikle boğuşarak saatler sonra evine ulaşır ve ardından koltuğuna geçip uyuşmuş şekilde dizisini seyreder. Bu sıralama hiç değişmeden devam edip gider. Ancak vicdanını kullanan, güzel ahlaklı bir toplum insanı bu mutsuzluktan, sefillikten ve pislikten kurtarır. Aksi taktirde böyle bir toplumda yaşayan herkes bu sefilliğin içinde boğulmaya ve gün geçtikçe buna alışmaya mahkumdur.

www.guncelyorumlar.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder