
Darwin 150 yıl önce ortaya attığı evrim teorisinde ‘güçlü olan kazanır’, ‘doğal seleksiyonla yalnızca güçlü olanlar ayakta kalır, güçsüzler yok olur’ tezlerini savundu. Canlılığı bir yaşam mücadelesi olarak gösterip, güçsüz olanların mutlaka eleneceği düşüncesini ortaya attı. Oysa doğaya baktığımızda muhteşem çeşitlilikteki canlılar arasında müthiş bir uyum, fedakarlık, yardımlaşma görüyoruz. İşte bu olağanüstü özellikler evrimcileri tam anlamıyla çıkmaza sokuyor.
Canlılar çok kolaylıkla kendilerini savaştan kurtarabilecekken, tam tersine zorlu yolları tercih ediyor, kendilerini düşmanın önüne atıyor, canları pahasına benzeri görülmemiş fedakarlıklar gösteriyor ve yavrularını koruyorlar ve birbirleriyle yardımlaşıyorlar. Yani Darwin’in öne sürdüğü gibi bencil ve sadece kendini düşünen, güçlü olanın zayıfı ezdiği bir yaşam şekli yok…
İşte doğanın yalnızca bir savaş yeri olduğunu iddia eden evrim teorisi canlılar aleminde görülen bu fedakarlık örneklerine hiçbir açıklama getiremez. Doğadaki yaşam evrim teorisinin temel iddiasını açıkça ve kesinlikle geçersiz kılmaktadır. Evrim teorisi, düşmanlarından kaçıp kurtulan bir zebranın, neden geri dönüp düşmanları tarafından kuşatılmış olan diğer zebraları, üstelik de hayatını tehlikeye atarak, kurtardığını kesinlikle açıklayamaz veya yumurtalarını yaşatabilmek için ölümü göze alarak kumsala çıkan aterina balıklarının bu davranışlarının neden doğal seleksiyonla elenmediği sorusunu cevaplayamaz.
Şimdi doğadaki milyonlarca canlılardaki bu üstün dayanışma ve yardımlaşma örneklerinden sadece birkaç tane vermek istiyorum: Dişi antilop yavrulayacağı zaman, sürünün dışında çalılıkların arasında bir mekanı tercih eder. Doğum esnasında ise yalnız değildir. Yanında sürüde bulunan bir başka dişi ona yardım etmek için hazır bulunmaktadır. Babun sürüsünde ise genellikle grubun lideri hasta veya yaralı babuna yardım eder. Yetişkin babunlar, anne veya babası olmayan bir yavruyu evlat edinebilirler. Öksüz yavrunun sürünün içinde kendileriyle birlikte yürümesine ve gece yanlarında kalmasına izin verirler. Sürü yer değiştirirken eğer annesinin sırtında taşıyamayacağı kadar küçük bir yavru varsa anne yavrusunu elinden tutarak yürütmek zorunda kalır. Ancak yavru çabuk yorulduğu için sık sık durulması gerekir. Bu da sürüden geri kalmalarına neden olur. Bunu fark eden grup lideri hemen geri döner, anne babunun yanında ilerlemeye ve yavru durdukça onlarla durmaya başlar.
Yunus yavrularının doğar doğmaz su yüzeyine çıkmaları gerekir. Bu nedenle dişi yunus doğum esnasında yavruya yardım ederek onu burnuyla su yüzeyine doğru iter. Doğumdan hemen önce, anne yunusun hareketleri ağırlaşır. Bu nedenle doğum anında dişi yunusun yanında, ona doğumda yardımcı olmak üzere topluluktaki iki dişi yunus daha bulunur. Yardımcı yunuslar, doğumdan önce ona bir zarar gelmemesi için anne yunusun iki yanında yüzerler. Görevleri, doğumdan önce hareketleri ağırlaşan ve bu nedenle herhangi bir tehlikeye karşı koyabilecek bir güce sahip olmayan anneyi korumaktır. Özellikle de doğum sırasında akan kanın kokusu yüzünden bulundukları yere gelebilecek köpek balıklarına karşı anneyi büyük bir dikkatle çevrelerler. Erkek ve dişi penguenler, yavrularını adeta "ölümüne" korurlar.
Erkek penguen yavrusunu 4 ay ayaklarının arasında hiç ara vermeden tutar. Bu süre içinde yemek de yiyemez. Dişi penguen ise bu sırada denize giderek yavrusu için yemek arar ve topladığı yiyecekleri kursağında taşır. Her ikisi de yavruları için büyük fedakarlıklar gösterirler. Afrikalı av köpekleri de her biri yaklaşık on hayvandan oluşan benzer sürüler içinde yaşarlar. Erkekler ve dişiler yavruların korunması ve beslenmesi konusunda iş bölümü yaparlar. Hatta yavrulara bakmak için adeta yarışırlar. Bir avı öldürdükten sonra, avlarını sırtlanlardan korumak amacıyla yetişkinler, yavruların etrafında daire oluştururlar ve ilk olarak yavruların beslenmesine izin verirler.
Bazı kuşlar ise "yaralı taklidi" yaparlar ve böylelikle düşmanlarının dikkatini yavrularının üzerinden dağıtarak kendi üzerlerine çekerler. Bir düşmanın yaklaştığını gören dişi kuş sessizce yuvasından uzaklaşır. Düşmanının önüne geldiğinde yerde çırpınmaya ve bir kanadını yere vurmaya başlar. Bu esnada da acı dolu çığlıklar atar. Kuş yerde çaresizce çırpınıyor gibi görünür. Ancak her zaman tedbirli davranır ve düşmanın erişebileceği mesafenin ilerisinde durur. "Yaralı" kuşu kolay bir av olarak gören yırtıcı hayvan avını yakalamaya çalışırken, yuvadan bir hayli uzaklaştırılmış olur. Avcı yuvasından yeterince uzaklaştığında, dişi kuş bir anda taklit yapmayı bırakır ve saldırgan hayvan tam kuşa yetişmişken dişi kuş aniden havalanır ve kaçar. Bu "tiyatro gösterisi" genellikle son derece ikna edicidir. Köpekler, kediler, yılanlar ve hatta diğer kuşlar bile bu oyuna kanarlar. Kuşların "yaralı kuş" senaryosuna bugün bile bilim adamları hiçbir açıklama getirememektedirler.
Birçok küçük kuş, düşmanlarını fark ettiklerinde hemen öterek alarm verirler. Sarı asma kuşu gibi türler alarm verirlerken dar frekans aralığı olan ve yüksek perdeden bir ses çıkartırlar. İnsan kulağı bunu ince bir ıslık gibi algılar. Bu sesin en önemli özelliği ise kaynağının yönünün anlaşılmamasıdır. Bu, sürüsünü uyaran kuş için önemli bir avantajdır. Çünkü kuş aslında düşmanı gördüğünde çığlık atarak bütün dikkati üzerine çekmeyi göze almaktadır. Gri balinalarda ise bir dişi yaralandığı zaman, bir ya da birden fazla erkek balina ona yardım ederler. Dişiyi solunum yapabilmesi için su yüzeyinde tutar ya da onu katil balinaların saldırısından korurlar.
Karıncaların zaman zaman uyguladıkları bir savunma metodu da, gerektiğinde kolonilerini korumak uğruna intihar ederek, düşmanlarına zarar vermeye çalışmaktır.
Birçok karınca türü bu intihar saldırılarını çeşitli şekillerde gerçekleştirir. Bu karıncaların en ilginç olanlarından biri Malezya'nın yağmur ormanlarında yaşayan karınca türüdür. Bu karıncanın çenesinden vücudunun arkasına doğru uzanan zehirle dolu bir salgı bezi bulunur. Eğer karınca düşmanları tarafından sarılırsa, karın kaslarını şiddetli bir şekilde kasarak salgı bezlerini yırtar ve zehri düşmanın üzerine püskürtür ve ölür.
Birçok karınca türü bu intihar saldırılarını çeşitli şekillerde gerçekleştirir. Bu karıncaların en ilginç olanlarından biri Malezya'nın yağmur ormanlarında yaşayan karınca türüdür. Bu karıncanın çenesinden vücudunun arkasına doğru uzanan zehirle dolu bir salgı bezi bulunur. Eğer karınca düşmanları tarafından sarılırsa, karın kaslarını şiddetli bir şekilde kasarak salgı bezlerini yırtar ve zehri düşmanın üzerine püskürtür ve ölür.
Açıkça görülebileceği gibi bütün bu olağanüstü özelliklerin her birinde bir tasarım ve plan vardır. Tüm canlıların fiziksel özellikleri ve davranışları birbiriyle son derece uyumlu olarak üstün akıl ve ilim sahibi Allah tarafından yaratılmışlardır. Bütün canlılarda Allah'ın sonsuz merhameti ve şefkati çok net bir şekilde hissedilmektedir. Bir anne kuşun kendi hayatı pahasına yavrularını koruması, bir karıncanın kolonideki diğer karıncaları korumak için kendini feda ederek düşmanla savaşması, bir penguenin -40 derece hiç kıpırdamadan yumurtayı taşıması, tüm canlıların yavrularına duyduğu şefkat asla evrimle açıklanamaz.
güçlü olan hayatta kalır diye birşey yok. doğaya uyum sağlayan ayakta kalır. yazınızın giriş cümlesini okudum ve devamını okumaktan vazgeçtim. çünkü yanlış bir önermeyle başlamışsınız. başlangıç noktanız yanlış. yanlış başlanılan birşeyi doğru yola sokmak da zordur. benden söylemesi.
YanıtlaSilMurat TATAR