4 Mayıs 2010 Salı

İnsanlar gülüp oyalanırken üzerlerinden geçtikleri mezarların altı ne kadar da sessiz…



Şöyle bir çevrenize bakın, insanlar nasıl büyük bir hırs içinde görüyor musunuz? Bir ev alayım, bir tane daha alayım, sonra bir yazlık alayım, son model bir arabam olsun, en iyi marka güneş gözlüğü kullanayım, evimdeki mobilyalar Ferre, Versace olsun, en iyi markaları giyeyim, en güzel ve ünlü restaurantlarda yemek yiyeyim, vücudum mükemmel olsun, en iyi spor merkezlerine gideyim, durmadan vücut çalışayım, estetik ameliyat yaptırayım, herkesi kıskandıracak bir hayatım olsun, paraları da bankaya yığayım ve sürekli biriktirmek için de çalışayım. Her yaz en ünlü tatil beldelerine gideyim, akşamları barlarda, gece kulüplerinde gezeyim, tüm hayatımı canımın istediği gibi yaşayayım…

Peki aynı insan her gün mezarların üzerinden geçip işine gitmiyor mu? Bastığı toprağın altında yüzlerce insan son derece sessiz bir şekilde yatmıyor mu? O hırs içinde işine giderken, aklında katılacağı toplantılar, ihaleler, anlaşmalar varken kendisinin de bir gün o toprağın içine gireceğini düşünmüyor mu? Sakıp Sabancı da, Koç’da dünyanın en zenginleri arasındaydılar, ama her insan gibi onlar da şu anda toprağın altındalar. Ne holdingleri, ne yüzlerce çalışanları, ne bankada bekleyen milyonlarca dolar paraları, ne aileleri, yanlarında hiçbir şey olmadan toprağa verildiler. Sadece beyaz, sade ve küçük bir kefenle. Yanlarında hiçbir şey ama hiçbir şey götüremediler.

İnsanlar güle oynaya hırs içinde yaşarken, günlerini gün ederlerken üzerlerine basıp geçtikleri mezarların içleri tam anlamıyla sessizdir. Artık o insandan geriye nerdeyse hiçbir şey kalmamıştır. Ne neşe dolu kahkahalar, ne marka gözlükler, ne özenle bakılmış beden, ne giyilen marka kıyafetler, ne sürülen parfümler… O insandan geriye sadece bir avuç kemik kalır. Dünyada yaşayan her insanın son hali bu şekilde olacaktır ve her insan ahirete yalnızca Allah için yaptığı salih amellerini ve takvasını götürecektir. Bir insan dünyada ne kadar güzel olursa olsun, ne kadar ihtişamlı olursa olsun mezardaki hali son derece ibret vericidir. Ne bakabilir, ne yanına yaklaşabilirsiniz.

Bütün bunlar dünya hayatını yaşamanın ne kadar anlamsız olduğunu bize gösterir. Hayat her an bize ne kadar boş olduğunu hatırlatır. Kanser olmuş bir hasta, bütün malını mülkünü kaybetmiş bir iş adamı, yatağında ölümü bekleyen bir hasta, yolda trafik kazası geçirip ölmüş bir insan bize hep dünyanın geçiciliğini hatırlatır. Fakat insanlar o kadar yoğun bir gaflet içinde yaşarlar ki, bu derin uykudan bir türlü uyanmazlar ve uyanmak da istemezler. Gayrettepe’de mezarlığın kapısında yazan “her nefis ölümü tadıcıdır” ayetini her gün yüzlerce insan okuyarak yanından geçer, kimi de okumamak için yüz çevirir. İçlerinden çok ama çok azı “bende bir gün öleceğim ve bütün bu hırs yaptığım dünyayı ardımda bırakıp gideceğim” diye düşünür.

Adeta bir göz çarpması olarak geçen dünya hayatımızın sonunda hepimiz Allah’ın huzurunda duracağız ve dünyada yaptıklarımızın hesabını vereceğiz. Dünya için yaşayan tamamen bomboş bir şekilde Allah’ın huzuruna başını öne eğmiş bir şekilde gelecek ve sonsuza kadar dünyayı tercih ettiği için pişman olacak. Dünya hayatı boyunca Allah için yaşayan, O’nun emirlerine uyan, dinimizi anlatan, salih amellerde bulunan, ibadetlerini yapan, aşkla ve şevkle Allah’ı seven de o gün Allah’ın huzuruna güvenle gelecek ve sonsuza kadar ne kadar doğru bir seçim yaptığı için her gün Allah’a şükredecektir. Önemli olan mutlaka ama mutlaka gaflette olan milyonlarca insanın arasından kurtulmak ve gerçek yaşamın ahiret olduğunun mutlaka şuuruna varmaktır.

Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?"

Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor."

Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz, "

"Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Mü'minun Suresi, 112-115)


Kaynak: http://www.yaklasanolumani.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder